SEMPOZYUM METNİ ( sempozyum kitabında yer aldı )
GEREDE’DE ŞİMŞİR TARAKÇILIK
ÖZDEMİR İNCE [1]
“Geçmişten günümüze sürüp gelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel el sanatlarımız arasında önemli bir yeri vardır.
Türkler İslamiyet’ten önce Orta Asya folklorunda ağacı kutsal saymışlar, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır. Kurganlarda, özellikle Pazırık’ta yapılan araştırmalar sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at-eğer koşumlarında kullanılmış ağaç parçaları ortaya çıkarılmıştır.
Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı olmayan ahşap sanat eserlerinden, çok eskiye dek inebilen eserlere sahip değiliz. Bugün bazı müzelerde Selçuklulardan kalma bina ve kümbetlerde kapı ve rahle gibi ender bulunan parçalar, mezar sandukaları, daha 12-13. yüzyıllarda bu alanda sanat değerleri çok yüksek eserlerin yapıldığının belgeleridir. Beylikler devrinde daha da gelişip ilerlediği, zamanımıza dek gelebilen minberlerle belgelenen Türk ahşap işçiliği, Osmanlı devrinde de büyük sanat değeri taşıyan özellikle oyma-kakma eserler vermiş ve bu sanatın doruğuna erişmiştir.
Ağaç işlemeciliği dini ve sivil mimaride ve kullanım eşyalarının yapımında önemli bir yer tutmaktadır. Genellikle çam, ıhlamur, ahlat, ceviz, gürgen, meşe, kestane, dişbudak ağaçlarının yanı sıra kullanılan abanoz, gül, kiraz, zeytin, şimşir, erik, pelesenk gibi ağaçlar ise değerli olduklarından sayılı eşyaların yapımında kullanılmaktadır.”[2]
Mimari alanda yapı elemanı olarak kullanılan ağaç, el sanatları alanında ise ustasının elinde sehpa, çekmece, sandık, tavla, tespih, tarak, ağızlık, beşik, rahle, kaşık, yayık, elek, baston, çıkrık, kirman şeklini almıştır.
Milletin ters giden talihini değiştirerek onu devlet kurarak yaşatan ve yaşamamızın anlamının kültür olduğunu her an vurgulayan Atatürk iş bu konumuzun da değişmeyen rehberidir. O hem sanatı ve sanatçıyı korumayı önemsemiş; hem de bizim için değerli ve paha biçilmez tarihi sanat eserlerinin korunması için müzeciliği öne çıkarmıştır.
“Bir milleti yaşatmak için bir temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Hatta kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kafi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. M. Kemal Atatürk”[3] Günümüz Saray ve Etnografya müzeleri ve bu müzelerdeki nadide güzel sanatlara ait eserler onunla korunmaya alınmıştır.
“Günümüzde el sanatları üretiminin geleneklere bağlı olarak yöresel anlayışla ve eski üretim biçimi ile sürdürülmesine karşın; sanat ve tasarım alanlarında, gelişen teknolojiler kullanılarak çağcıl bir yaklaşımla, evrensel boyutta üretim sürdürülmekte ve endüstriyel tasarımlar giderek yaşamın her kesitinde egemen olmaktadır. Basit yöntem araçlarla üretilmiş kullanım nesneleri bugün geliştirilmiş makine ve teknoloji sayesinde daha hızlı, daha kolay ve daha çok üretme olanağı vardır. Bu etkenlerden dolayı el sanatları ürünlerinin yerini giderek endüstriyel ürünler, bir başka anlatımla tasarımlar almaktadır. Bu oluşum sonucu el sanatlarının birçok dalı da gittikçe önemini ve işlevini yitirmektedir. Bir kısmı da yok olmakta ya da nesli tükenmek üzere olan üreticilerin son gayreti ile simgesel bir üretim olarak sürmektedir. Bu dönüşümü tarihsel gelişimin doğal bir sonucu kabul etmek gerekir.”[4]
Ezelden ebede milletimiz, Anayurt’tan Anadolu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, zamanımıza varıncaya, her zaman her yerde kendi kültürünü yaratmış ve yaşatmıştır. Eşsiz kültürümüz, nesiller boyu devam ettirilmiş, zamana göre değişikliklerle yeni şekillerle sürdürülmüştür. Bu değerler içine sanat ve el sanatları da girer. İhtiyaçların artması arz ve talep dengesinin kurulması meslekleri ortaya çıkarmıştır. İşte muhteşem kültürümüzün bir dalı olan, el sanatlarına giren ama devam ettiremediğimiz için artık kaybolan bir yöresel kültür faaliyetimiz de Gerede’de şimşir tarakçılıktır.
Gerede’de Tarakçılık, Bakırcılık ve Demircilik mesleğinin eş zamanlı kardeşidir. Gerede’nin kuruluşu ile yaşıttır. Kuruluşu kadar eskidir. Tarihi İpek Yolu’nun Gerede’den geçmesi, Gerede’yi önemli ticaret ve üretim merkezi yapmıştır. Tarihi bu yol üzerindeki Çayören, Yunuslar, Afşartarakçı köylerinin Şimşir tarak ve Kemik tarak ile uğraşması tesadüfî değildir. Bu uğraş, hem ekonominin, hem yaşam tarzının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Şimşir tarakçılık, kemik tarakçılığın başlangıcını oluşturur. Ecdadımız tarakçılığa şimşir tarak ile başlamıştır. Tarakçılığın Gerede’deki tarihi çok eskidir. Yüzyıllara varan geçmişi vardır. İmalatının ne zaman başladığı ise tam olarak bilinmemektedir. Bir anlamda mazisi, Gerede’nin Türkleşmesi ile eşdeğer. Gerede’nin Türkleşmesi de 1071 Malazgirt Zaferi ardından Anadolu’ya gelen Oğuz Boylarının obalarından meydana gelmiştir. Türklerin, Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte yerleşik hayata geçtiklerini de bir kez daha söyleyelim. Bu yerleşme kışlak, yaylak şeklinde tebarüz etmişti. Geçim kaynağı hayvancılık ve tarım idi. Baharda tarla ve bahçe ekilir, dikilir. Yazın tarlalar, bahçeler ekili-dikili iken hayvanlar yaylalara, gür çayırlara çıkarılır, yaz boyunca yaylaklarda yaşanılırdı. İlkbaharda ve yazda tarım ile uğraşılırdı. Sonbaharda kışlık yakacak hazırlanır, at ve eşeklerle köye indirilirdi. İşte sözün burasında konumuza girelim. Önceleri, uzun kış aylarında boş durmamak, zamanı değerlendirmek ve pazar imkânı da olduğu için her evin ocaklı bir odası atölyeye (işlik) çevrilerek tarakçılık yapılır oldu. Malzeme, yani hammadde önce ahlat ağacı, sonra kayın ve gürgen nihayet şimşir ağacı oldu. Talep daha çok Şimşir tarağa olduğu için şimşir tarakta yoğunlaşıldı. Şimşir ağacı Karadeniz ormanlarından yayla zamanı iki-üç kişilik gruplar halinde yayan çok uzun ve zahmetli bir aramadan sonra ve imalata uygun ağacın bulunup kesilmesi ve sırtta önce yaylaya ardından köye getirilerek temin ediliyordu. Orman işletmesi deposuna şimşir ağacı geldiği takdirde oradan da satın alınarak sağlanabiliyordu. Önce dışarıda işlemeye hazır hale getirilen malzeme sonra atölyeye alınır tarak boyunda dilimlenir, ikişer ikişer diş açılır, sonra zımpara ile düzlenir ve parlatılırdı. Ürünler destelenip paketlendikten sonra yine iki-üç kişilik gruplar halinde bizzat üreticiler eliyle uzak pazarlara Ankara, Afyon, Kütahya gibi şehirlere gidilerek satılırdı. Gidemeyenler ürünlerini Gerede’de toptancılara verirdi. Bu toptancılarda yine tarakçı idi. Kendi ürünleri ile bu ürünleri birlikte pazarlarlardı. Gelir güzel olunca evde herkes bu işi öğrenip yapar oldu. İşte özellikle Yunuslar ve Afşartarakçı Köyleri şimşir tarak yapan köylerdi. Kemik tarağa geçildiğinde Çayören Köyü zirve oldu.
Gerede’den doğuya Çankırı istikametine doğru giden ve bugün hâlâ dereler üzerinde kesme taşlı köprü ayağı kalıntıları, kaldırım döşeli yol kalıntıları, yine yıkık han kalıntıları bilinen tarihi izlerdir. Tarihi İpek Yolunun varlığı Gerede’de ekonominin ne derece önemli olduğunun göstergesidir. Bütün bir yaz boyunca yaylada büyütülen ve beslenen hayvanların, biriktirilen hayvansal ürünleri (et, süt ve ürünleri, yün, bal, v.s.) pazara alıcı karşısına çıkar. Aynı şekilde bu defa köyde bütün bir yaz boyunca üretilen tarım ürünleri de (tarla ve bahçe) alıcı karşısına çıkar. Bu arada ürünlerini satanlar köyüne, evine dönerken, bu defa kendi ihtiyaçlarını karşılamak için alışverişe girişirler. Bu alış-verişte ihtiyaç duyulan mallar ve malzemeler de Gerede’de dünden bugüne geleneksel meslekleri ortaya çıkarmıştır. ( Debbağlık, saraçlık, yemenicilik, bakırcılık, demircilik, tarakçılık, şekercilik gibi )
Tarakçı bir aileden gelen Tarakçıoğlu Manifatura ve Konfeksiyon Mağazasına gidiyorum. Sahibi Afşartarakçı Köyünden Ahmet Zeki Tarakçıoğlu ile sohbet ediyoruz. Söz tarağa geldiğinde Ahmet Zeki TARAKÇIOĞLU diyor ki “Benim çocukluğumda babamın önceleri şimşir, çok daha sonra da kemik tarak yaptığını biliyorum. Babam, iki üç arkadaşıyla sırtlarında getirirlermiş, taraklık Şimşir ağacını Ilgaz, Cide, Yenice, Mengen dağlarından. Günlerce yayan ormanda tarak yapımına uygun ağaç ararlarmış. Her biri sırtında taşıyabileceği kadar iki üç ağaç getirirmiş. Bu tedarik işi kış mevsimi gelene kadar sürermiş. Kışın evde bütün vakit tarak yapımı ile geçermiş. Yapılan taraklarla bu defa uzak pazarlara Ankara, Afyon, Kütahya gibi şehirlere para kazanmak için giderlermiş.”
Dedesinden ve babasından öğrendiği şimşir ve kemik tarak yapımını artık bıraktığı halde şimdi pazardaki tezgâhında kemik tarak satarak geçimini sürdüren Hasan AKBULUT: “Çoluk, çocuk; dede torun tarakçıydık. Tarak için her türlü ağacı denedik. Ahlat, Kayın, Gürgen, nihayet Şimşir denedik. Afşartarakçı Köyü tarakçı adını şimşir tarağından almış. Afşar 75 hane idi. Köyün baş geçimi tarakçılıktı. Tamamen şimşir tarak idi. Kışın hiçbir ev boş durmaz sürekli tarak yapılırdı. Evde tarak satmaya gidecek adamı olan giderdi. Olmayan toptan verirdi. Babam ölünceye kadar yaptı. Ondan sonra da ben 25 sene yaptım. Bütün kış 35-40 bin tarak yapardım. Satmaya da kendim giderdim. Alet edevat tezgâhlar hâlâ duruyor ama imalat bitti. Artık yapılmıyor. Alan da yok, yapan da yok. Dedelerden beri yapılıp gelen bir iş sona erdi. 70’li yıllarda bitti. Yerini kemik tarak aldı ama o da artık bitti bitiyor.” dedi.
Bir başka eski usta ile karşılaşıyoruz. Yunuslarlı Seyit Mehmet ALTUN ile sohbet ediyoruz. Cümleler farklı ama konuşulanlar aşağı yukarı birbirine benziyor. Yani şimşir tarakçılığın artık yapılmadığı, kemik tarak üretiminin de bitmek üzere olduğunu üzgün ifadelerle dile getirdi. “Baharda bostanda, yazın harmanda, sonbaharda ormanda geçerdi vaktimiz. Ormandan taraklık ağaç tedarik ederdik. Kışında artık evde tarak keserdik. Ağaç önce taslak haline getirilir, tezgâhta biçilir, İnce ince dilimlenirdi. Sonra da çift taraflı dişler açılır, parlatılırdı. Babamla 30 sene tarak kestim. Şimşir tarak zamanla yerini kemik tarağa bıraktı. Alanda satan kalmadı, terk edildi. Şimdi ise kemik tarak da son günlerini yaşıyor.” diyor.
Bir cumartesi, pazarda eski bir tarak ustası ile daha tanıştım. Afşartarakçı Köyünden Faik Akbıyık hâlâ tarak yapmaya hevesli ama ağaç bitmiş, imalat bitmiş, pazar gitmiş ne çare. Tarak üzerine konuşmaya başladı bile “Ahlat, gürgen, kayın, şimşir ağacından tarak yaptık. Çenderede sıkardık, imşerle biçerdik, tamamen kol gücü ile. Sonra motorlu şeritle kestik. İkişer ikişer diş açardık. Tamamen ağaç tarak yapardık. En çok da şimşirden yapardık. Şimşir bulamadığımız zaman boş durmamak için gürgen, kayın, ahlat ağacından da yaptık. Tarakçı Afşarı derlerdi bizim köye. İsmi de Afşartarakçı diye geçti kayıtlara. O kadar çok yapardık ki satmaya gitmez aynı köyden toptan alıcılara verirdik. Vakit bulduğumuzda kendimizde giderdik uzak diyarlara satmaya. Bir keresinde Diyarbakır’a, Şanlıurfa’ya, Gaziantep’e kadar gidip 45-50 bin tarağı sattım geldim. Ama 70’li yıllardan sonra şimşirin yerini kemik tarak almaya başladı. Aynı zahmet ama daha iyi para getiriyordu. Fakat zamanla kemik tarakta da Pazar daraldı, malzeme bulmak zorlaştı. Genç nüfus şehre, başka işlere kaydı. Şimdilerde ise artık bu birkaç tiryakisi ile sürüyor ama nereye kadar bakalım.” diyerek tamamladı.
Gerede’de şimşir tarakçılık bitti, kemik tarakçılık kaybolmak üzere. Öyle anlaşılıyor ki bu mesleğin sürdürülebilmesi malzeme temini ile mümkün. Afşartarakçı Köyü ve Çayören Köyü her evin girişindeki bir oda hâlâ atölye olarak alet ve malzemeleri ile duruyor. Her iki köyden gönüllü bu işi devam ettirmek isteyen ailelere destek verilirse, özellikle şimşir tarak için üretici aileler bulunabilirse, kemik tarak için var olan üreticiler desteklenirse ve öncelikle malzeme temini için yerli imkânlar hatta gerekirse ithalat kapısının araştırılıp sürdürülebilir bir sisteme kavuşturulması ile mümkün görülmektedir. Üretim olduğu sürece ve yeni değişik modeller denendikçe şimşir ve kemik tarağa olan talebin hâlâ varolduğu da bir başka tespit. Çok geç olmadan bu el sanatımızın yöresel üretim projesi ile koruma altına alınması gerekmektedir. Gerede’nin tanıtımı ve Gerede’nin turizmi adına bu önemli el sanatı faaliyetinin uygulanabilir şekliyle geleceğe taşınması, değerlerimizi korumak adına hepimizin, belediyemizin, ama mutlaka Gerkav’ımızın, Kocaeli Geredeliler Derneği’mizin görevleri arasında olmalı diye düşünüyorum. Ümit edilir ki asırların bize yüklediği misyon geleneklerimizle oluşan, sosyal ve kültürel hayatımızın bu mirasını uygulayarak, yaşayarak, bizden sonraki nesillere aktarma görevini vermiştir. Bunun için de kültür değerlerimizin korunarak, töremize, tarihimize, mirasımıza sahip çıkarak geleceğe taşınması, aktarılması ahde vefa borcumuzdur.
[1] Gerede Halk Eğitim Merkezi ve ASO Müdür Başyardımcısı
[2] Türk El Sanatları – Ağaç İşçiliği, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara,1993.
[3] Arı, İnan, Düşünceleriyle Atatürk, Türk Tarik Kurumu Yayınları, Ankara, 1997.
[4] Ergür, Atila (1997). El Sanatları ve Endüstri. Türkiye’de El Sanatları Geleneği ve Çağdaş Sanatlar İçindeki Yeri Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara, 1997.
ÖZDEMİR İNCE [1]
“Geçmişten günümüze sürüp gelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel el sanatlarımız arasında önemli bir yeri vardır.
Türkler İslamiyet’ten önce Orta Asya folklorunda ağacı kutsal saymışlar, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır. Kurganlarda, özellikle Pazırık’ta yapılan araştırmalar sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at-eğer koşumlarında kullanılmış ağaç parçaları ortaya çıkarılmıştır.
Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı olmayan ahşap sanat eserlerinden, çok eskiye dek inebilen eserlere sahip değiliz. Bugün bazı müzelerde Selçuklulardan kalma bina ve kümbetlerde kapı ve rahle gibi ender bulunan parçalar, mezar sandukaları, daha 12-13. yüzyıllarda bu alanda sanat değerleri çok yüksek eserlerin yapıldığının belgeleridir. Beylikler devrinde daha da gelişip ilerlediği, zamanımıza dek gelebilen minberlerle belgelenen Türk ahşap işçiliği, Osmanlı devrinde de büyük sanat değeri taşıyan özellikle oyma-kakma eserler vermiş ve bu sanatın doruğuna erişmiştir.
Ağaç işlemeciliği dini ve sivil mimaride ve kullanım eşyalarının yapımında önemli bir yer tutmaktadır. Genellikle çam, ıhlamur, ahlat, ceviz, gürgen, meşe, kestane, dişbudak ağaçlarının yanı sıra kullanılan abanoz, gül, kiraz, zeytin, şimşir, erik, pelesenk gibi ağaçlar ise değerli olduklarından sayılı eşyaların yapımında kullanılmaktadır.”[2]
Mimari alanda yapı elemanı olarak kullanılan ağaç, el sanatları alanında ise ustasının elinde sehpa, çekmece, sandık, tavla, tespih, tarak, ağızlık, beşik, rahle, kaşık, yayık, elek, baston, çıkrık, kirman şeklini almıştır.
Milletin ters giden talihini değiştirerek onu devlet kurarak yaşatan ve yaşamamızın anlamının kültür olduğunu her an vurgulayan Atatürk iş bu konumuzun da değişmeyen rehberidir. O hem sanatı ve sanatçıyı korumayı önemsemiş; hem de bizim için değerli ve paha biçilmez tarihi sanat eserlerinin korunması için müzeciliği öne çıkarmıştır.
“Bir milleti yaşatmak için bir temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Hatta kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kafi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. M. Kemal Atatürk”[3] Günümüz Saray ve Etnografya müzeleri ve bu müzelerdeki nadide güzel sanatlara ait eserler onunla korunmaya alınmıştır.
“Günümüzde el sanatları üretiminin geleneklere bağlı olarak yöresel anlayışla ve eski üretim biçimi ile sürdürülmesine karşın; sanat ve tasarım alanlarında, gelişen teknolojiler kullanılarak çağcıl bir yaklaşımla, evrensel boyutta üretim sürdürülmekte ve endüstriyel tasarımlar giderek yaşamın her kesitinde egemen olmaktadır. Basit yöntem araçlarla üretilmiş kullanım nesneleri bugün geliştirilmiş makine ve teknoloji sayesinde daha hızlı, daha kolay ve daha çok üretme olanağı vardır. Bu etkenlerden dolayı el sanatları ürünlerinin yerini giderek endüstriyel ürünler, bir başka anlatımla tasarımlar almaktadır. Bu oluşum sonucu el sanatlarının birçok dalı da gittikçe önemini ve işlevini yitirmektedir. Bir kısmı da yok olmakta ya da nesli tükenmek üzere olan üreticilerin son gayreti ile simgesel bir üretim olarak sürmektedir. Bu dönüşümü tarihsel gelişimin doğal bir sonucu kabul etmek gerekir.”[4]
Ezelden ebede milletimiz, Anayurt’tan Anadolu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, zamanımıza varıncaya, her zaman her yerde kendi kültürünü yaratmış ve yaşatmıştır. Eşsiz kültürümüz, nesiller boyu devam ettirilmiş, zamana göre değişikliklerle yeni şekillerle sürdürülmüştür. Bu değerler içine sanat ve el sanatları da girer. İhtiyaçların artması arz ve talep dengesinin kurulması meslekleri ortaya çıkarmıştır. İşte muhteşem kültürümüzün bir dalı olan, el sanatlarına giren ama devam ettiremediğimiz için artık kaybolan bir yöresel kültür faaliyetimiz de Gerede’de şimşir tarakçılıktır.
Gerede’de Tarakçılık, Bakırcılık ve Demircilik mesleğinin eş zamanlı kardeşidir. Gerede’nin kuruluşu ile yaşıttır. Kuruluşu kadar eskidir. Tarihi İpek Yolu’nun Gerede’den geçmesi, Gerede’yi önemli ticaret ve üretim merkezi yapmıştır. Tarihi bu yol üzerindeki Çayören, Yunuslar, Afşartarakçı köylerinin Şimşir tarak ve Kemik tarak ile uğraşması tesadüfî değildir. Bu uğraş, hem ekonominin, hem yaşam tarzının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Şimşir tarakçılık, kemik tarakçılığın başlangıcını oluşturur. Ecdadımız tarakçılığa şimşir tarak ile başlamıştır. Tarakçılığın Gerede’deki tarihi çok eskidir. Yüzyıllara varan geçmişi vardır. İmalatının ne zaman başladığı ise tam olarak bilinmemektedir. Bir anlamda mazisi, Gerede’nin Türkleşmesi ile eşdeğer. Gerede’nin Türkleşmesi de 1071 Malazgirt Zaferi ardından Anadolu’ya gelen Oğuz Boylarının obalarından meydana gelmiştir. Türklerin, Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte yerleşik hayata geçtiklerini de bir kez daha söyleyelim. Bu yerleşme kışlak, yaylak şeklinde tebarüz etmişti. Geçim kaynağı hayvancılık ve tarım idi. Baharda tarla ve bahçe ekilir, dikilir. Yazın tarlalar, bahçeler ekili-dikili iken hayvanlar yaylalara, gür çayırlara çıkarılır, yaz boyunca yaylaklarda yaşanılırdı. İlkbaharda ve yazda tarım ile uğraşılırdı. Sonbaharda kışlık yakacak hazırlanır, at ve eşeklerle köye indirilirdi. İşte sözün burasında konumuza girelim. Önceleri, uzun kış aylarında boş durmamak, zamanı değerlendirmek ve pazar imkânı da olduğu için her evin ocaklı bir odası atölyeye (işlik) çevrilerek tarakçılık yapılır oldu. Malzeme, yani hammadde önce ahlat ağacı, sonra kayın ve gürgen nihayet şimşir ağacı oldu. Talep daha çok Şimşir tarağa olduğu için şimşir tarakta yoğunlaşıldı. Şimşir ağacı Karadeniz ormanlarından yayla zamanı iki-üç kişilik gruplar halinde yayan çok uzun ve zahmetli bir aramadan sonra ve imalata uygun ağacın bulunup kesilmesi ve sırtta önce yaylaya ardından köye getirilerek temin ediliyordu. Orman işletmesi deposuna şimşir ağacı geldiği takdirde oradan da satın alınarak sağlanabiliyordu. Önce dışarıda işlemeye hazır hale getirilen malzeme sonra atölyeye alınır tarak boyunda dilimlenir, ikişer ikişer diş açılır, sonra zımpara ile düzlenir ve parlatılırdı. Ürünler destelenip paketlendikten sonra yine iki-üç kişilik gruplar halinde bizzat üreticiler eliyle uzak pazarlara Ankara, Afyon, Kütahya gibi şehirlere gidilerek satılırdı. Gidemeyenler ürünlerini Gerede’de toptancılara verirdi. Bu toptancılarda yine tarakçı idi. Kendi ürünleri ile bu ürünleri birlikte pazarlarlardı. Gelir güzel olunca evde herkes bu işi öğrenip yapar oldu. İşte özellikle Yunuslar ve Afşartarakçı Köyleri şimşir tarak yapan köylerdi. Kemik tarağa geçildiğinde Çayören Köyü zirve oldu.
Gerede’den doğuya Çankırı istikametine doğru giden ve bugün hâlâ dereler üzerinde kesme taşlı köprü ayağı kalıntıları, kaldırım döşeli yol kalıntıları, yine yıkık han kalıntıları bilinen tarihi izlerdir. Tarihi İpek Yolunun varlığı Gerede’de ekonominin ne derece önemli olduğunun göstergesidir. Bütün bir yaz boyunca yaylada büyütülen ve beslenen hayvanların, biriktirilen hayvansal ürünleri (et, süt ve ürünleri, yün, bal, v.s.) pazara alıcı karşısına çıkar. Aynı şekilde bu defa köyde bütün bir yaz boyunca üretilen tarım ürünleri de (tarla ve bahçe) alıcı karşısına çıkar. Bu arada ürünlerini satanlar köyüne, evine dönerken, bu defa kendi ihtiyaçlarını karşılamak için alışverişe girişirler. Bu alış-verişte ihtiyaç duyulan mallar ve malzemeler de Gerede’de dünden bugüne geleneksel meslekleri ortaya çıkarmıştır. ( Debbağlık, saraçlık, yemenicilik, bakırcılık, demircilik, tarakçılık, şekercilik gibi )
Tarakçı bir aileden gelen Tarakçıoğlu Manifatura ve Konfeksiyon Mağazasına gidiyorum. Sahibi Afşartarakçı Köyünden Ahmet Zeki Tarakçıoğlu ile sohbet ediyoruz. Söz tarağa geldiğinde Ahmet Zeki TARAKÇIOĞLU diyor ki “Benim çocukluğumda babamın önceleri şimşir, çok daha sonra da kemik tarak yaptığını biliyorum. Babam, iki üç arkadaşıyla sırtlarında getirirlermiş, taraklık Şimşir ağacını Ilgaz, Cide, Yenice, Mengen dağlarından. Günlerce yayan ormanda tarak yapımına uygun ağaç ararlarmış. Her biri sırtında taşıyabileceği kadar iki üç ağaç getirirmiş. Bu tedarik işi kış mevsimi gelene kadar sürermiş. Kışın evde bütün vakit tarak yapımı ile geçermiş. Yapılan taraklarla bu defa uzak pazarlara Ankara, Afyon, Kütahya gibi şehirlere para kazanmak için giderlermiş.”
Dedesinden ve babasından öğrendiği şimşir ve kemik tarak yapımını artık bıraktığı halde şimdi pazardaki tezgâhında kemik tarak satarak geçimini sürdüren Hasan AKBULUT: “Çoluk, çocuk; dede torun tarakçıydık. Tarak için her türlü ağacı denedik. Ahlat, Kayın, Gürgen, nihayet Şimşir denedik. Afşartarakçı Köyü tarakçı adını şimşir tarağından almış. Afşar 75 hane idi. Köyün baş geçimi tarakçılıktı. Tamamen şimşir tarak idi. Kışın hiçbir ev boş durmaz sürekli tarak yapılırdı. Evde tarak satmaya gidecek adamı olan giderdi. Olmayan toptan verirdi. Babam ölünceye kadar yaptı. Ondan sonra da ben 25 sene yaptım. Bütün kış 35-40 bin tarak yapardım. Satmaya da kendim giderdim. Alet edevat tezgâhlar hâlâ duruyor ama imalat bitti. Artık yapılmıyor. Alan da yok, yapan da yok. Dedelerden beri yapılıp gelen bir iş sona erdi. 70’li yıllarda bitti. Yerini kemik tarak aldı ama o da artık bitti bitiyor.” dedi.
Bir başka eski usta ile karşılaşıyoruz. Yunuslarlı Seyit Mehmet ALTUN ile sohbet ediyoruz. Cümleler farklı ama konuşulanlar aşağı yukarı birbirine benziyor. Yani şimşir tarakçılığın artık yapılmadığı, kemik tarak üretiminin de bitmek üzere olduğunu üzgün ifadelerle dile getirdi. “Baharda bostanda, yazın harmanda, sonbaharda ormanda geçerdi vaktimiz. Ormandan taraklık ağaç tedarik ederdik. Kışında artık evde tarak keserdik. Ağaç önce taslak haline getirilir, tezgâhta biçilir, İnce ince dilimlenirdi. Sonra da çift taraflı dişler açılır, parlatılırdı. Babamla 30 sene tarak kestim. Şimşir tarak zamanla yerini kemik tarağa bıraktı. Alanda satan kalmadı, terk edildi. Şimdi ise kemik tarak da son günlerini yaşıyor.” diyor.
Bir cumartesi, pazarda eski bir tarak ustası ile daha tanıştım. Afşartarakçı Köyünden Faik Akbıyık hâlâ tarak yapmaya hevesli ama ağaç bitmiş, imalat bitmiş, pazar gitmiş ne çare. Tarak üzerine konuşmaya başladı bile “Ahlat, gürgen, kayın, şimşir ağacından tarak yaptık. Çenderede sıkardık, imşerle biçerdik, tamamen kol gücü ile. Sonra motorlu şeritle kestik. İkişer ikişer diş açardık. Tamamen ağaç tarak yapardık. En çok da şimşirden yapardık. Şimşir bulamadığımız zaman boş durmamak için gürgen, kayın, ahlat ağacından da yaptık. Tarakçı Afşarı derlerdi bizim köye. İsmi de Afşartarakçı diye geçti kayıtlara. O kadar çok yapardık ki satmaya gitmez aynı köyden toptan alıcılara verirdik. Vakit bulduğumuzda kendimizde giderdik uzak diyarlara satmaya. Bir keresinde Diyarbakır’a, Şanlıurfa’ya, Gaziantep’e kadar gidip 45-50 bin tarağı sattım geldim. Ama 70’li yıllardan sonra şimşirin yerini kemik tarak almaya başladı. Aynı zahmet ama daha iyi para getiriyordu. Fakat zamanla kemik tarakta da Pazar daraldı, malzeme bulmak zorlaştı. Genç nüfus şehre, başka işlere kaydı. Şimdilerde ise artık bu birkaç tiryakisi ile sürüyor ama nereye kadar bakalım.” diyerek tamamladı.
Gerede’de şimşir tarakçılık bitti, kemik tarakçılık kaybolmak üzere. Öyle anlaşılıyor ki bu mesleğin sürdürülebilmesi malzeme temini ile mümkün. Afşartarakçı Köyü ve Çayören Köyü her evin girişindeki bir oda hâlâ atölye olarak alet ve malzemeleri ile duruyor. Her iki köyden gönüllü bu işi devam ettirmek isteyen ailelere destek verilirse, özellikle şimşir tarak için üretici aileler bulunabilirse, kemik tarak için var olan üreticiler desteklenirse ve öncelikle malzeme temini için yerli imkânlar hatta gerekirse ithalat kapısının araştırılıp sürdürülebilir bir sisteme kavuşturulması ile mümkün görülmektedir. Üretim olduğu sürece ve yeni değişik modeller denendikçe şimşir ve kemik tarağa olan talebin hâlâ varolduğu da bir başka tespit. Çok geç olmadan bu el sanatımızın yöresel üretim projesi ile koruma altına alınması gerekmektedir. Gerede’nin tanıtımı ve Gerede’nin turizmi adına bu önemli el sanatı faaliyetinin uygulanabilir şekliyle geleceğe taşınması, değerlerimizi korumak adına hepimizin, belediyemizin, ama mutlaka Gerkav’ımızın, Kocaeli Geredeliler Derneği’mizin görevleri arasında olmalı diye düşünüyorum. Ümit edilir ki asırların bize yüklediği misyon geleneklerimizle oluşan, sosyal ve kültürel hayatımızın bu mirasını uygulayarak, yaşayarak, bizden sonraki nesillere aktarma görevini vermiştir. Bunun için de kültür değerlerimizin korunarak, töremize, tarihimize, mirasımıza sahip çıkarak geleceğe taşınması, aktarılması ahde vefa borcumuzdur.
[1] Gerede Halk Eğitim Merkezi ve ASO Müdür Başyardımcısı
[2] Türk El Sanatları – Ağaç İşçiliği, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara,1993.
[3] Arı, İnan, Düşünceleriyle Atatürk, Türk Tarik Kurumu Yayınları, Ankara, 1997.
[4] Ergür, Atila (1997). El Sanatları ve Endüstri. Türkiye’de El Sanatları Geleneği ve Çağdaş Sanatlar İçindeki Yeri Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara, 1997.