mimar sinan ( ölm.09.04.1588 ) [email protected] 09/04/2019
Mimar Sinan, gün ışıyınca karlı tepeleri görünen Erciyes Dağı’nın gölgesindeki Kayseri’nin Ağırnas köyünde 1490 yılında doğmuştu. Babası Abdülmennan Ağa’dır. Gözleri, Erciyes’in kubbeleşen yüksek tepelerinde, gönlü onun da üstündeydi. Yirmi yaşına kadar, köyünde diğer taş ustaları gibi O da taşları yonttu, üst üste koydu, evler yaptı, suyolları açtı. Ondan sonra ver elini İstanbul... Sinan, İstanbul’da Yeniçeri Ocağına girdi. Burada dülgerlik öğreniyordu. Derken, Yavuz Sultan Selim’in doğu seferleri başladı. Önce İran, sonra Mısır... Sinan, her iki sefere de katıldı, görmediği ülkeleri gördü, buralardaki mimari eserleri inceleme fırsatı buldu. Ardından Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa seferleri başladı. Sinan bu seferlerde de gözü pek, yiğit bir Yeniçeri idi. Savaşlara girdi-çıktı. Ülkeler gördü, yeni yeni ülkeler... Bir şeyler arıyordu, içinden bir şeyler geliyordu. O da şehirler kurabilir, büyük büyük yapılar yükseltebilirdi. Aklı, fikri bundaydı.
Ve bir gün, Kanuni Sultan Süleyman’ın Boğdan Seferi sırasında ordunun Prut Nehri’nden geçmesi için, hemen bir köprü yapılması gerekiyordu. Komutan Lütfi Paşa, Kanuni’ye: “ - Bu işi yapsa yapsa Subaşı Sinan kulunuz yapar.” dedi. Sinan’ı çağırdılar. Gerçekten Sinan on üç günde köprüyü kurarak orduyu karşıya geçirmişti. Onun bu başarısı unutulmadı. Sefer dönüşü, 1538 yılında Saray Baş mimarlığına atandı. Dünyanın belli başlı mimari eserlerini incelemiş, 48 yaşında, genç bir mimar olan Sinan, o günden sonra kolları sıvayarak, tam 50 yıl aralıksız eserler verdi.
O kadar geniş bir coğrafyada eserleri vardır ki Sinan’ın, Bosna-Hersek’ten Suriye’ye, Irak’a kadar yayılan alanda çok çeşitli sayıda eser meydana getirmiş, 81 cami, 51 mescit, 6 su kemeri, 7 köprü, 17 kervansaray, 6 su mahzeni, 33 saray, 35 hamam, 17 türbe ve daha saymıyoruz. Viyana önlerinden, Kuzey Afrika ve Arabistan çöllerine kadar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu her köşesine emek verdi, 400’den fazla esere imzasını attı. Sinan’ın kudreti karşısında, onun dehasını bir türlü anlayamayan, aklı almayan Avrupa, -Sinan devşirmedir, kökeni Avrupa’lıdır, o yüzden bu eserleri yapabiliyor.- diye, tarihi bir yalan ortaya attı. Tabi ki, Sinan tükenmez bir deha, eserleri de muhteşem olunca, bunu kabullenemeyen Avrupa, onu kendilerinden biri olarak ileri sürer, Sinan’ın Türk’lüğünü reddetmek için türlü safsatalar uydurur. Ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, tarihi gerçekler onları her defasında, yalanlamaktadır. Sinan Türkoğlu Türk’tür. Ve öyle bir yüce İslâm eridir ki, Kanuni devrine damgasını vurmuştur.
Meselâ, Musul’da ismi son tabur köprüsüdür. Bu köprünün altından suyunu almışlar, ama köprüyü tarih-ten silememişler, bugün bile hâlâ Rumeli’deki, Avrupa’daki mimari eserlerin bir çoğunun ustası ya Sinan’dır, ya da onun yolundan giden çıraklarıdır. Bu eserlerin çoğunun ya kitabesini çalmışlar, ya kırmışlar, ama eserin muhteşem görüntüsünü ortadan kaldıramamışlar, yok edememişler.
Hıristiyan Sırplar ve Hırvatlar bildiğimiz gibi Bosna-Hersek’te bir katliam, bir vahşet örneği vermişlerdi. Üç yıl boyunca Müslüman Boşnaklara, Kosova’da Müslüman Arnavutlara saldırırlarken, onları katlederken, diğer taraftan da Sinan’ın eliyle yaratılan Türk eserlerini ortadan kaldırmak hedefleri. Onlardan almaktalar, hırslarını, tarihi ihtiraslarını, intikamlarını. Bulgaristan’da, Bosna-Hersek’te, Arnavutluk’ta, Yunanistan’da, güneyimizde Suriye’de, Irak’ta, o kadar çok sayıda eserimiz var ki, Sinan’ın eli değmiş. Maşallah yıka yıka bitiremiyorlar, kıra kıra bitiremiyorlar. Lafa gelince medeni Avrupa. Mimar-Sinan’ın o güzelim eserleri, Türkiye Coğrafyasının içinde kalanlar şanslı, çünkü Türkiye Coğrafyasının dışında kalanlar, hoyratça yok edilirken, Türkiye’nin içinde yer alanlar, Yüce Türk Milleti tarafından miras kabul edilmiş, bütün güzellikleri ile hâlâ ayaktalar, hâlâ hizmetteler, özel ihtimamla korunuyorlar.
Sinan, üstün nitelikli bir deha olması yanında bir o kadar da mütevazi. Çoğumuz Sinan’ı o üç muhteşem eseri ile ebedileştiririz. “Çıraklık eserimdir ” dediği Şehzade Camii’ni bitirdiğinde 48 yaşındadır. “Kalfalık eserimdir” dediği Süleymaniye Camii’ni bitirdiğinde 67 yaşındadır. “Ustalık eserimdir” dediği Selimiye Camii’ni bitirdiğinde 80 yaşında ulu bir çınardır. Sinan’ın bu muhteşem eserlerinin her birinin muhteşem özellikleri de karşımıza çıkıyor. Bu da Sinan’ın ince üslubu, o güzelim, o görkemli, eserlere öyle incelikli güzellikler eklemiş ki, bugün mimarlık fakültelerinin özel alanlarına giriyor.
Şehzade Camii'nden, Selimiye Camii'ne kadar, gök-yüzünü kubbe kubbe yere indiren, sonra da yayından fırlamış ok gibi minare minare gökyüzüne ağan camiler, medreseler, kitaplıklar, imaretler, şifahaneler, türbeler, sebiller, su kemerleri, köprülerle bir baştan öte başa yalnız Anadolu’yu değil, Anadolu’dan da taşarak, bütün Osmanlı ülkesini, mimari eserlerle süsleyen bir Koca Sinan geldi, geçti, bu dünyadan. Eli değdi, bu vatanın taşına toprağına harcına, diyorum ki 16. Yy. eğer Türk asrı olduysa, o güç ve dehanın birleşmesi ile olmuştu.
Sözlerimi bağlarken bende diyorum ki, 2000’li yıllarda, Necip ve Büyük Milletimiz nice Mimar Sinan’lar yetiştirmeye muktedirdir ve nice Mimar Sinan’lar çıkarmaya da hazırdır. Yeter ki dahiler çıkacak gençliğimize görevini iyi verelim. Türkiye’nin kaynaklarını, gücünü önlerine serelim. Güç ve deha birleşince nice güzel isimler ve eserler çıkacak yine bundan emin olun.
Ve bir gün, Kanuni Sultan Süleyman’ın Boğdan Seferi sırasında ordunun Prut Nehri’nden geçmesi için, hemen bir köprü yapılması gerekiyordu. Komutan Lütfi Paşa, Kanuni’ye: “ - Bu işi yapsa yapsa Subaşı Sinan kulunuz yapar.” dedi. Sinan’ı çağırdılar. Gerçekten Sinan on üç günde köprüyü kurarak orduyu karşıya geçirmişti. Onun bu başarısı unutulmadı. Sefer dönüşü, 1538 yılında Saray Baş mimarlığına atandı. Dünyanın belli başlı mimari eserlerini incelemiş, 48 yaşında, genç bir mimar olan Sinan, o günden sonra kolları sıvayarak, tam 50 yıl aralıksız eserler verdi.
O kadar geniş bir coğrafyada eserleri vardır ki Sinan’ın, Bosna-Hersek’ten Suriye’ye, Irak’a kadar yayılan alanda çok çeşitli sayıda eser meydana getirmiş, 81 cami, 51 mescit, 6 su kemeri, 7 köprü, 17 kervansaray, 6 su mahzeni, 33 saray, 35 hamam, 17 türbe ve daha saymıyoruz. Viyana önlerinden, Kuzey Afrika ve Arabistan çöllerine kadar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu her köşesine emek verdi, 400’den fazla esere imzasını attı. Sinan’ın kudreti karşısında, onun dehasını bir türlü anlayamayan, aklı almayan Avrupa, -Sinan devşirmedir, kökeni Avrupa’lıdır, o yüzden bu eserleri yapabiliyor.- diye, tarihi bir yalan ortaya attı. Tabi ki, Sinan tükenmez bir deha, eserleri de muhteşem olunca, bunu kabullenemeyen Avrupa, onu kendilerinden biri olarak ileri sürer, Sinan’ın Türk’lüğünü reddetmek için türlü safsatalar uydurur. Ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, tarihi gerçekler onları her defasında, yalanlamaktadır. Sinan Türkoğlu Türk’tür. Ve öyle bir yüce İslâm eridir ki, Kanuni devrine damgasını vurmuştur.
Meselâ, Musul’da ismi son tabur köprüsüdür. Bu köprünün altından suyunu almışlar, ama köprüyü tarih-ten silememişler, bugün bile hâlâ Rumeli’deki, Avrupa’daki mimari eserlerin bir çoğunun ustası ya Sinan’dır, ya da onun yolundan giden çıraklarıdır. Bu eserlerin çoğunun ya kitabesini çalmışlar, ya kırmışlar, ama eserin muhteşem görüntüsünü ortadan kaldıramamışlar, yok edememişler.
Hıristiyan Sırplar ve Hırvatlar bildiğimiz gibi Bosna-Hersek’te bir katliam, bir vahşet örneği vermişlerdi. Üç yıl boyunca Müslüman Boşnaklara, Kosova’da Müslüman Arnavutlara saldırırlarken, onları katlederken, diğer taraftan da Sinan’ın eliyle yaratılan Türk eserlerini ortadan kaldırmak hedefleri. Onlardan almaktalar, hırslarını, tarihi ihtiraslarını, intikamlarını. Bulgaristan’da, Bosna-Hersek’te, Arnavutluk’ta, Yunanistan’da, güneyimizde Suriye’de, Irak’ta, o kadar çok sayıda eserimiz var ki, Sinan’ın eli değmiş. Maşallah yıka yıka bitiremiyorlar, kıra kıra bitiremiyorlar. Lafa gelince medeni Avrupa. Mimar-Sinan’ın o güzelim eserleri, Türkiye Coğrafyasının içinde kalanlar şanslı, çünkü Türkiye Coğrafyasının dışında kalanlar, hoyratça yok edilirken, Türkiye’nin içinde yer alanlar, Yüce Türk Milleti tarafından miras kabul edilmiş, bütün güzellikleri ile hâlâ ayaktalar, hâlâ hizmetteler, özel ihtimamla korunuyorlar.
Sinan, üstün nitelikli bir deha olması yanında bir o kadar da mütevazi. Çoğumuz Sinan’ı o üç muhteşem eseri ile ebedileştiririz. “Çıraklık eserimdir ” dediği Şehzade Camii’ni bitirdiğinde 48 yaşındadır. “Kalfalık eserimdir” dediği Süleymaniye Camii’ni bitirdiğinde 67 yaşındadır. “Ustalık eserimdir” dediği Selimiye Camii’ni bitirdiğinde 80 yaşında ulu bir çınardır. Sinan’ın bu muhteşem eserlerinin her birinin muhteşem özellikleri de karşımıza çıkıyor. Bu da Sinan’ın ince üslubu, o güzelim, o görkemli, eserlere öyle incelikli güzellikler eklemiş ki, bugün mimarlık fakültelerinin özel alanlarına giriyor.
Şehzade Camii'nden, Selimiye Camii'ne kadar, gök-yüzünü kubbe kubbe yere indiren, sonra da yayından fırlamış ok gibi minare minare gökyüzüne ağan camiler, medreseler, kitaplıklar, imaretler, şifahaneler, türbeler, sebiller, su kemerleri, köprülerle bir baştan öte başa yalnız Anadolu’yu değil, Anadolu’dan da taşarak, bütün Osmanlı ülkesini, mimari eserlerle süsleyen bir Koca Sinan geldi, geçti, bu dünyadan. Eli değdi, bu vatanın taşına toprağına harcına, diyorum ki 16. Yy. eğer Türk asrı olduysa, o güç ve dehanın birleşmesi ile olmuştu.
Sözlerimi bağlarken bende diyorum ki, 2000’li yıllarda, Necip ve Büyük Milletimiz nice Mimar Sinan’lar yetiştirmeye muktedirdir ve nice Mimar Sinan’lar çıkarmaya da hazırdır. Yeter ki dahiler çıkacak gençliğimize görevini iyi verelim. Türkiye’nin kaynaklarını, gücünü önlerine serelim. Güç ve deha birleşince nice güzel isimler ve eserler çıkacak yine bundan emin olun.