şeyh şamil ( 17 Şubat 1871 ) [email protected] 16/02/2016
Kafkaslar, boyun eğmeyen dağlar, boyun eğmeyen dağların hakimi, bekçisi, kartallardır. Kartalın yuvası ile oynanmaz. Bir kartal yuvası ile oynandı mı, bin kartal havalanır, kanat çırpar, oradan. Pençeler artık avını arar. Kaf dağı değildir anlatılan, Kafkaslardır, dünde bugünde. Dün bu dağların kartalı Şeyh Şamil idi, bugünde yine Şamiller. Gönüllerde yandıkça hürriyet, hürriyet ateşi…
Bugün sizlere 17/02/1871’de fani alemden göçen, lakin yaktığı hürriyet ateşiyle, hala gönülleri tutuşturan Şeyh Şamil’i anlatmaya çalışacağım. Belki bütün ihtişamı sığmayacak bu yazımıza ama amacımız hatırasını yaşatmak…
Dünyanın en zengin ve güzel ülkesi KAFKASYA, insan ve tabiat güzelliğinin olduğu kadar, kahramanlığın da eşsiz vatanı olarak bütün tarih boyunca ayaklarının üstünde ve başı göklerde kalmış bir cennet köşedir.
Bütün dünyanın gözü bu cennetin üzerinde titrediği halde, ne haçlı akınları ve ne de meşhur cihangirlerin istilaları, bu kartal yuvasına asla sahip olamamışlardır.
Türk Tarihi söyler, Kafkasları kartallar diyarı, boyun eğmeyen kahramanlar diyarı yapan, Rusların başlattıkları saldırılardır. Kafkaslara vaki olan bu azgın ve hilekâr tasallutu, istiklâl ve hürriyetine toz kondurmayan bu bakir Türk yurdunun kapılarında çalınan ilk uğursuz felaket çanı olmuş ve Kafkasya birdenbire müthiş bir savaş diyarı oluvermişti.
Bu saldırının baş mimarları ise II. Katerina ve Deli Petro idi. Katerina ve Deli Petro bu cennete sahip olamadan ve bu güzel insanları dize getiremeden, ama bu dünyadan gözleri arkalarında kalarak göçtüler. Fakat o gün bu gün müşterek bir vasiyet gibi bütün Rus Çarları, bu göreve, saldırılara, zulümlere bir ibadet gibi dört elle sarılmışlardı.
Koca bir Çarlık Rusya’sının karşısında tek başına ve seve seve harbi kabul etmiş bulunan Kafkasya’da, eli silah tutan herkes düşmana saldırıyor, kadınlar bile erkeklerin harp iştahını kabartan bir aşk ve şevkle dişi kartallar gibi çarpışıyorlardı. Bu alabildiğine çetin mücadeleyi sekteye uğratmamak, bu büyük ihtilal ruhunu söndürmemek lazımdı.
1820’li yıllarda bir kaç yerde birden uğraşmak zorunda kalan Osmanlının bu durumundan istifade eden Ruslar, Bakü ve Erivan’ı işgal etmişler, ancak tün çabalarına rağmen Dağıstan Müslümanlarına tesir edememişlerdir. Ruslar, Çeçenleri dize getirebilmek için köyleri basmış, yaşlı çocuk, kadın demeden önüne gelen herkesi katletmişlerdir. Rusların bu bölgede ezici bir sayı üstünlüğü, Çeçenleri iki tercihten birini seçmeye zorlamıştır. Ya savaşarak ölmek, ya da bekleyip yok olmak. Sonuçta şanlı bir şekilde tarihe geçmek istediler ve savaşmaya karar vermişlerdir.
Şamil, 1796 yılında Gümrü köyünde dünyaya gelmiş, genç yaştan itibaren Çeçenlerin menkıbelerini öğrenmiş destanlarını ruhuna nakşetmiştir. Daha genç yaşında başına koyun postundan kalpağını geçirir, sırtına çerkeskayı giyer, ayaklarına ince deriden çizmelerini çeker ve beline hançerini takarak atına atlar ve dere tepe dolaşır. Cesareti ve yiğitliği ile genç yaşta tüm Dağıstan’a nam salan Şamil, aynı zamanda ilmi ve dini konularda da söz sahibidir. Arapçayı, İslam Dininin esaslarını kadim dostu Gazi Muhammed’den öğrenmiştir.
1830’larda başlayan zulümlere ilk kılıç Gazi Muhammed tarafından çekilmiştir. Gazi Molla’ya desteği en yakın arkadaşı Şamil vermiş ve önce işe Ruslarla işbirliği yapanlardan başlamıştır. Kalabalık düşman kuvvetleri üzerine iki kahraman askerin hücumu düşmana epey zayiat vermiş, son olarak Gümrü’ye saldıran Ruslar taş taş üstünde koymamışlar, dört koldan içeri üşüşmüşlerdi. Ayakta kalan son kaya parçasının arkasında bir çift kalp halinde bütün Dağıstan’ın, Kafkasların yüreği gibi Gazi ve Şamil vardı. Son bir hamle ile “ Allah Allah ” diye fırlamışlar, lakin vadesi dolan Gazi Muhammed alnından vurulmuş, vatan uğruna şehit düşmüş, Şeyh Şamil ise ağır yaralı kurtulmuş, gizlendiği yerde sıhhatine kavuşuncaya kadar kalmıştı.
Dağıstan Müslümanları, liderlik vazifesini Şeyh Şâmil'e kabûl ettirdiler. Rusları dize getirmenin ancak düzenli bir orduyla mümkün olacağını, dışardan hiçbir yardımın gelmeyeceğini, her yerde îzâh ediyordu. Tesirli hitâbetiyle halkı cezbediyor, müslüman olarak yaşamak aşkıyla yanan bu insanların kalplerine birer kıvılcım salıyordu. Şeyh Şâmil, kısa zamanda kısmen bir ordu kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve değerli yardımcıları, ordunun başına getirdi.
Çar Birinci Nikola, yıllardır Kafkasya'da yapılan savaşlarda başarılı olamadığı Şeyh Şâmil'in düzenli ordu kurarak hücumlarını sıklaştırdığını görünce, bu memleketi bir de sulh yoluyla elde etmeyi denemek istedi. Şâyet Şeyh Şâmil'i elde edebilirse, bu işin çabucak biteceğine inanıyordu. Kafkasya'daki müslümanları bir bayrak altında toplama sevdâsından vazgeçerse, kendisine büyük makamların verileceğini, Çarlık hazinelerinin ayakları altına serileceğini bildiren şeytânî teklifi generalleri aracılığı ile gönderdi. Teklifin tuzak olduğunu bilen Şeyh Şamil reddetti. Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenileri birbirini takip etti. Bir ömre sığdırılan bu eşsiz direniş ve ardı arkası kesilmeyen zaferlere rağmen Rus inadı kırılamadı.
Rus Çarı İkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Kafkasya'yı ele geçirmek için, beş ordu hazırlattı. Bunlardan biri Şeyh Şâmil'in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar Denizi civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Dağıstan'ı hedef aldı. Fakat asıl hedef Şeyh Şâmil idi. Îcâb ederse beş ordu birleşip hep birden hücum edebilecekti. Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil bir buçuk ay süreyle savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şey kalmadı. Etrâfındaki yiğit askerleri de şehîd olmuştu. Şimdi bir anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde, Allahü teâlânın yaratacağı yeni imkânlara göre hareket edebileceklerini kararına vardılar. Bu sebeple gelen elçilerle anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; "Türklerin dinlerine karışılmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup, idârecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut kırk kadar askeri ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye'ye gidebilecekti." 1859 senesinde yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar sustu. Şeyh Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus askerlerinin aralsından geçerek, Başkomutan Baryatinski'nin çadırına gitti. Komutan, anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çarın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını bildirdi. Sözünden dönen Ruslara karşı yapılacak bir şey yoktu. Şâmil, Kaluga'da kaldığı on sene zarfında kendini kitaplara verdi. Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu. Artık oldukça yaşlanmış, esâret hayâtı onu iyice çökertmişti. Bir defâsında, ziyârete gelen Rus Çar'ına Hacca gitmek istediğini bildirdi. Rus Çar'ı bunu isteği kabul etti. Fakat oğullarının rehin olarak kalması gerektiğini söyledi. Bunu kabûl eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul'a hareket etti. Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı önüne demirlediğinde, Sultan Abdülazîz'in saltanat kayıkları, İmâm Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler. Abdülazîz Hân, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; "Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim" diyerek, çok iltifâtlarda bulundu. Şeyh Şâmil, SultanAbdülazîz'e: "Pâdişâhım! Hayâtımın son günlerini aşkıyla yandığım sevgili Peygamberimin huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum. Bunun teminini istirham ediyorum" dedi. Sultan Abdülazîz onun için vapurunu hazırlatıp emrine verdi.Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil'i karşılıyor, onun duâsını almak yarışına giriyorlardı. Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, Medine-i Münevvere'ye Resûlullah'ın huzûr-u şerîflerine geldi. . "Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah! .
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!" .
diyerek selâm verdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi .
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvereye geldiğinde hastalandı. Kısa süren bu hastalığında âile efrâdı, berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle vedâlaştı. Sultan Abdülazîz'e, Rus Çarı'nda rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını, Devlet-i aliyye-i Osmâniye'de vazife verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı.
Sonra başında okunan Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında,
Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât etti. Orada gömüldü.
Ruhu şad olsun.
Bugün sizlere 17/02/1871’de fani alemden göçen, lakin yaktığı hürriyet ateşiyle, hala gönülleri tutuşturan Şeyh Şamil’i anlatmaya çalışacağım. Belki bütün ihtişamı sığmayacak bu yazımıza ama amacımız hatırasını yaşatmak…
Dünyanın en zengin ve güzel ülkesi KAFKASYA, insan ve tabiat güzelliğinin olduğu kadar, kahramanlığın da eşsiz vatanı olarak bütün tarih boyunca ayaklarının üstünde ve başı göklerde kalmış bir cennet köşedir.
Bütün dünyanın gözü bu cennetin üzerinde titrediği halde, ne haçlı akınları ve ne de meşhur cihangirlerin istilaları, bu kartal yuvasına asla sahip olamamışlardır.
Türk Tarihi söyler, Kafkasları kartallar diyarı, boyun eğmeyen kahramanlar diyarı yapan, Rusların başlattıkları saldırılardır. Kafkaslara vaki olan bu azgın ve hilekâr tasallutu, istiklâl ve hürriyetine toz kondurmayan bu bakir Türk yurdunun kapılarında çalınan ilk uğursuz felaket çanı olmuş ve Kafkasya birdenbire müthiş bir savaş diyarı oluvermişti.
Bu saldırının baş mimarları ise II. Katerina ve Deli Petro idi. Katerina ve Deli Petro bu cennete sahip olamadan ve bu güzel insanları dize getiremeden, ama bu dünyadan gözleri arkalarında kalarak göçtüler. Fakat o gün bu gün müşterek bir vasiyet gibi bütün Rus Çarları, bu göreve, saldırılara, zulümlere bir ibadet gibi dört elle sarılmışlardı.
Koca bir Çarlık Rusya’sının karşısında tek başına ve seve seve harbi kabul etmiş bulunan Kafkasya’da, eli silah tutan herkes düşmana saldırıyor, kadınlar bile erkeklerin harp iştahını kabartan bir aşk ve şevkle dişi kartallar gibi çarpışıyorlardı. Bu alabildiğine çetin mücadeleyi sekteye uğratmamak, bu büyük ihtilal ruhunu söndürmemek lazımdı.
1820’li yıllarda bir kaç yerde birden uğraşmak zorunda kalan Osmanlının bu durumundan istifade eden Ruslar, Bakü ve Erivan’ı işgal etmişler, ancak tün çabalarına rağmen Dağıstan Müslümanlarına tesir edememişlerdir. Ruslar, Çeçenleri dize getirebilmek için köyleri basmış, yaşlı çocuk, kadın demeden önüne gelen herkesi katletmişlerdir. Rusların bu bölgede ezici bir sayı üstünlüğü, Çeçenleri iki tercihten birini seçmeye zorlamıştır. Ya savaşarak ölmek, ya da bekleyip yok olmak. Sonuçta şanlı bir şekilde tarihe geçmek istediler ve savaşmaya karar vermişlerdir.
Şamil, 1796 yılında Gümrü köyünde dünyaya gelmiş, genç yaştan itibaren Çeçenlerin menkıbelerini öğrenmiş destanlarını ruhuna nakşetmiştir. Daha genç yaşında başına koyun postundan kalpağını geçirir, sırtına çerkeskayı giyer, ayaklarına ince deriden çizmelerini çeker ve beline hançerini takarak atına atlar ve dere tepe dolaşır. Cesareti ve yiğitliği ile genç yaşta tüm Dağıstan’a nam salan Şamil, aynı zamanda ilmi ve dini konularda da söz sahibidir. Arapçayı, İslam Dininin esaslarını kadim dostu Gazi Muhammed’den öğrenmiştir.
1830’larda başlayan zulümlere ilk kılıç Gazi Muhammed tarafından çekilmiştir. Gazi Molla’ya desteği en yakın arkadaşı Şamil vermiş ve önce işe Ruslarla işbirliği yapanlardan başlamıştır. Kalabalık düşman kuvvetleri üzerine iki kahraman askerin hücumu düşmana epey zayiat vermiş, son olarak Gümrü’ye saldıran Ruslar taş taş üstünde koymamışlar, dört koldan içeri üşüşmüşlerdi. Ayakta kalan son kaya parçasının arkasında bir çift kalp halinde bütün Dağıstan’ın, Kafkasların yüreği gibi Gazi ve Şamil vardı. Son bir hamle ile “ Allah Allah ” diye fırlamışlar, lakin vadesi dolan Gazi Muhammed alnından vurulmuş, vatan uğruna şehit düşmüş, Şeyh Şamil ise ağır yaralı kurtulmuş, gizlendiği yerde sıhhatine kavuşuncaya kadar kalmıştı.
Dağıstan Müslümanları, liderlik vazifesini Şeyh Şâmil'e kabûl ettirdiler. Rusları dize getirmenin ancak düzenli bir orduyla mümkün olacağını, dışardan hiçbir yardımın gelmeyeceğini, her yerde îzâh ediyordu. Tesirli hitâbetiyle halkı cezbediyor, müslüman olarak yaşamak aşkıyla yanan bu insanların kalplerine birer kıvılcım salıyordu. Şeyh Şâmil, kısa zamanda kısmen bir ordu kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve değerli yardımcıları, ordunun başına getirdi.
Çar Birinci Nikola, yıllardır Kafkasya'da yapılan savaşlarda başarılı olamadığı Şeyh Şâmil'in düzenli ordu kurarak hücumlarını sıklaştırdığını görünce, bu memleketi bir de sulh yoluyla elde etmeyi denemek istedi. Şâyet Şeyh Şâmil'i elde edebilirse, bu işin çabucak biteceğine inanıyordu. Kafkasya'daki müslümanları bir bayrak altında toplama sevdâsından vazgeçerse, kendisine büyük makamların verileceğini, Çarlık hazinelerinin ayakları altına serileceğini bildiren şeytânî teklifi generalleri aracılığı ile gönderdi. Teklifin tuzak olduğunu bilen Şeyh Şamil reddetti. Rus kuvvetleri hep hezimete uğradı. Yenileri birbirini takip etti. Bir ömre sığdırılan bu eşsiz direniş ve ardı arkası kesilmeyen zaferlere rağmen Rus inadı kırılamadı.
Rus Çarı İkinci Aleksandr başa geçtikten sonra, Kafkasya'yı ele geçirmek için, beş ordu hazırlattı. Bunlardan biri Şeyh Şâmil'in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar Denizi civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Dağıstan'ı hedef aldı. Fakat asıl hedef Şeyh Şâmil idi. Îcâb ederse beş ordu birleşip hep birden hücum edebilecekti. Bu muazzam kuvvete karşı, Şeyh Şâmil bir buçuk ay süreyle savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek bir şey kalmadı. Etrâfındaki yiğit askerleri de şehîd olmuştu. Şimdi bir anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde, Allahü teâlânın yaratacağı yeni imkânlara göre hareket edebileceklerini kararına vardılar. Bu sebeple gelen elçilerle anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; "Türklerin dinlerine karışılmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup, idârecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut kırk kadar askeri ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye'ye gidebilecekti." 1859 senesinde yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar sustu. Şeyh Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus askerlerinin aralsından geçerek, Başkomutan Baryatinski'nin çadırına gitti. Komutan, anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çarın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını bildirdi. Sözünden dönen Ruslara karşı yapılacak bir şey yoktu. Şâmil, Kaluga'da kaldığı on sene zarfında kendini kitaplara verdi. Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu. Artık oldukça yaşlanmış, esâret hayâtı onu iyice çökertmişti. Bir defâsında, ziyârete gelen Rus Çar'ına Hacca gitmek istediğini bildirdi. Rus Çar'ı bunu isteği kabul etti. Fakat oğullarının rehin olarak kalması gerektiğini söyledi. Bunu kabûl eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul'a hareket etti. Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı önüne demirlediğinde, Sultan Abdülazîz'in saltanat kayıkları, İmâm Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler. Abdülazîz Hân, onu sarayın kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; "Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim" diyerek, çok iltifâtlarda bulundu. Şeyh Şâmil, SultanAbdülazîz'e: "Pâdişâhım! Hayâtımın son günlerini aşkıyla yandığım sevgili Peygamberimin huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum. Bunun teminini istirham ediyorum" dedi. Sultan Abdülazîz onun için vapurunu hazırlatıp emrine verdi.Vapurun her uğradığı yerde, halk görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil'i karşılıyor, onun duâsını almak yarışına giriyorlardı. Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, Medine-i Münevvere'ye Resûlullah'ın huzûr-u şerîflerine geldi. . "Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah! .
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Habîballah!" .
diyerek selâm verdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi .
Şeyh Şâmil, Medîne-i münevvereye geldiğinde hastalandı. Kısa süren bu hastalığında âile efrâdı, berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle vedâlaştı. Sultan Abdülazîz'e, Rus Çarı'nda rehin bıraktığı çocuklarının kurtarılmasını, Devlet-i aliyye-i Osmâniye'de vazife verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı.
Sonra başında okunan Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında,
Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât etti. Orada gömüldü.
Ruhu şad olsun.