mehmetcik [email protected] 04/09/2012
Sıcak ağustos ayının son Cumartesisinden daha sıcak, her Cumartesiden farklı, başka bir Cumartesi yaşadım. Ankara’dayım. İşim uzun sürdü. Akşam oldu. Dayıoğluna dedim. “Halil, beni terminale bırakır mısın?” Dayıoğlunun “ Kal ” ısrarlarına rağmen, niyetim bir an evvel dönmek, yolcu yolunda gerek. Neyse bindik arabaya, Terminale hareket ettik, Siteler’den. Samsun asfaltına çıktık, derken bir kavşak, yol tıkandı. Saat 19.10. Kulağıma uğultular, çığlıklar, ıslıklar, davul-zurna sesleri gelmeye başladı. İçimden, “Allah, Allah! Hayırdır, İnşallah !” dedim. Bulunduğumuz şeritteki otomobiller biraz hareket edince, o uğultuların yükseldiği yere doğru yaklaştık. Gürültünün sebebi anlaşıldı. Önde üstü açık bir kamyonet, üzerinde davullu-zurnalı bir genç kalabalık. Ardında tıklım, tıklım dolu 5-6 otomobil, camlar açık, ellerde Türk Bayrakları dalgalandırılıyor. Otomobillerin arkasında iki minibüs pencerelerinden yarı bellerine kadar dışarı sarkmış 17-18 yaşlarında delikanlılar- kızlar. Onlarında ellerinde Türk Bayrakları. İçimden “Eyvah!” dedim. “Bu çocuklar, kim bilir hangi maçtan, hızlarını alamamışlar, yollarda da tezahürata devam ediyorlar. Acaba Hangi takımların maçı vardı. Yenen kim, yenilen kim ? ” Dayıoğluna döndüm ve “Halil maç falan var mıydı? Saat de daha erken ama, Galatasaray, Beşiktaş ya da Milli hangisi?” dedim. Dayıoğlu “Abi, bilmiyorum, ama olsa bile daha saat erken, bu saatte.” Arabanın camını indirerek, o sırada yanımızda duran minibüsten sarkan delikanlılardan birine sordum. “Hangi maçtan arslanım? ” Delikanlı, al al yanan bir yüzle, minibüs penceresinden bağırmaya başladı. “Ne maçı amca, ne maçı? Maç konvoyu değil bu! Ağabeylerimizi askere gönderiyoruz!
“En büyük asker, bizim asker!”
Ne kadar da yanılmışım Allah’ım. Demek bu delikanlılar, yeni birliklerine katılmak, asker olmak için yollardaydılar! Bazıları belki de artık hiç geri dönmeyeceklerdi! Bu albayraklar altında askere koşanlardan bir kısmı belki de albayraklara sarılarak sonsuzluk kapısına taşınacaklardı. Engel olamadım, gözlerimde dolan iki damla gözyaşı. Silerken, Gençlik Parkının önünden geçtiğimizi ve konvoyu takip ettiğimizi fark ettim. “Halil, bizde mi konvoydayız” dedim. Dayıoğlu, “Abi, baktım, daldın gittin, bu konvoy tam abime göre dedim, bende katıldım aralarına.” Beş kelimelik slogan, beni mıknatıs gibi kendine çekti. Nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi unuttum gitti.
“En büyük asker, bizim asker!”
Etkilenmemek imkânsızdı. Duygu seline kapılmamak imkânsızdı. Güneydoğumuzu bir cehennem çukuru haline getiren, o ihanet ocaklarının üzerine, bayrama gider gibi atılan, o güzelim gençlerle birlikte yollarda idik. Kızılay’dan geçip terminale geldik. Dayıoğlu ile vedalaştık. Otobüsler tıklım tıklım, kaldırımlar kalabalık, yazıhaneler kalabalık. Aşti, açılış töreninde böyle kalabalık görmemiştir, korna sesleri, davul sesleri birbirine karışıyordu. Davullar gümbür gümbürdü. İlk defa evet ilk defa davul sesinin bu kadar güzel olduğunun farkına vardım ve biletimi erteletmek için yazıhaneye gittim ve 20.15 olan otobüs biletimi, 22.30 yaptırdım, ayrılamadım bu güzel manzaradan. Gençler, otobüslerin yanlarında sevdikleri ile küme küme, davullar gümbür gümbür. Davul sesi, kesildiği an kollar eller bayraklar havada.
“En büyük asker, bizim asker!”
Bazen halaya, horona ara veriliyor, arkadaşları “asker” adaylarını, sıra ile kucaklayıp fırlatıyorlar göğe doğru, ardından da haykırıyorlar: “En büyük asker, bizim asker!”
Analar gözü nemli, ama gururlu, babalar vakur, hareket eden otobüsün ardından “Su” dökülüyor. Peşinden dualar geliyor: Haydi asker rastgele, uğur ola...
“ En büyük asker, bizim asker ! ”
O kalabalıktan zor ayrılarak bindim otobüse, 22.30 da kalkması gereken otobüs ancak bu muhteşem şölenden 23.30 da hareket edebildi. Yol boyunca Türk bayraklı otobüsler vızır vızır geçti yanımızdan. O gece yarısı, bir yandan da kendi kendime düşündüm ki, bu fidan gibi delikanlıların, belki de şehit künyeleri gönderilecek ailelerine. Onlar, bu vatan için, ömürlerinin baharında, belki de toprağa düşecekler. Devletimiz neyi isterse, o emri yerine getirecekler. Vatan sevgisini al bir karanfil gibi yüreklerinin üstünde taşıyacaklar. “Gel” denilince koşacaklar, “Öl” denilince de “bir gül bahçesine girercesine” şu kara toprakların bağrına düşecekler.
“En büyük asker, bizim asker!”
Yüzlerce, binlerce gencimizin ismi, Peygamber Efendimizin isminde erimiş ve kendisini bulmuştur. Asker Ocağı peygamber ocağıdır, dualı bilinir. Ocaktır, pişiren gencimizi, kerpiç giden tuğla döner. Orada pekişir, her şeyin kıymeti. Evet, asker ocağında her şey kıymetlidir, ama mektup bir başka kıymetlidir. İki satır da olsa beklenir. Mektup geldi mi? Keyiflenilir, saklanır, ama cevap bekletilmez, hemen yazılır, yine gelsin, yine gelsin diye. Kalem ve kâğıt mektup için taşınır. Duygular kabarır, mektup sonlarına şiirler yazılır, sevgi dolu, hasret yüklü, vasiyet yüklü... İşte size şiir, hem de bir şehit Mehmetçiğin (1993-Zekeriya Gülyaman Üzümlü Karakolu-Çukurca-Hakkari) cebinden çıkan mektubun sonuna yazdığı şiir...
Olur da bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın,
Bırakın toprağımda rahat yatayım,
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim gururumdur,
Ölünce kefenim olacak.
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım, şerefim olacak.
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek.
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak.
Yaramın kanın silmeyin,
Ahirette hesabı sorulacak
Göğsümdeki kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak.
Ne diyelim. Bu şiirden sonra artık söze gerek yok.
“En büyük asker, bizim asker!”
Yüreğinde Vatan sevgisi, Allah sevgisi, insan sevgisi ve merhamet duygusu olan herkes, o pırlanta gençleri uğurlamaya gelmeli, eğer sizde rastlarsanız böyle bir konvoya hemen katılın o sevince, o coşkuya ortak olun:
“En büyük asker, bizim asker!”
“En büyük asker, bizim asker!”
Ne kadar da yanılmışım Allah’ım. Demek bu delikanlılar, yeni birliklerine katılmak, asker olmak için yollardaydılar! Bazıları belki de artık hiç geri dönmeyeceklerdi! Bu albayraklar altında askere koşanlardan bir kısmı belki de albayraklara sarılarak sonsuzluk kapısına taşınacaklardı. Engel olamadım, gözlerimde dolan iki damla gözyaşı. Silerken, Gençlik Parkının önünden geçtiğimizi ve konvoyu takip ettiğimizi fark ettim. “Halil, bizde mi konvoydayız” dedim. Dayıoğlu, “Abi, baktım, daldın gittin, bu konvoy tam abime göre dedim, bende katıldım aralarına.” Beş kelimelik slogan, beni mıknatıs gibi kendine çekti. Nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi unuttum gitti.
“En büyük asker, bizim asker!”
Etkilenmemek imkânsızdı. Duygu seline kapılmamak imkânsızdı. Güneydoğumuzu bir cehennem çukuru haline getiren, o ihanet ocaklarının üzerine, bayrama gider gibi atılan, o güzelim gençlerle birlikte yollarda idik. Kızılay’dan geçip terminale geldik. Dayıoğlu ile vedalaştık. Otobüsler tıklım tıklım, kaldırımlar kalabalık, yazıhaneler kalabalık. Aşti, açılış töreninde böyle kalabalık görmemiştir, korna sesleri, davul sesleri birbirine karışıyordu. Davullar gümbür gümbürdü. İlk defa evet ilk defa davul sesinin bu kadar güzel olduğunun farkına vardım ve biletimi erteletmek için yazıhaneye gittim ve 20.15 olan otobüs biletimi, 22.30 yaptırdım, ayrılamadım bu güzel manzaradan. Gençler, otobüslerin yanlarında sevdikleri ile küme küme, davullar gümbür gümbür. Davul sesi, kesildiği an kollar eller bayraklar havada.
“En büyük asker, bizim asker!”
Bazen halaya, horona ara veriliyor, arkadaşları “asker” adaylarını, sıra ile kucaklayıp fırlatıyorlar göğe doğru, ardından da haykırıyorlar: “En büyük asker, bizim asker!”
Analar gözü nemli, ama gururlu, babalar vakur, hareket eden otobüsün ardından “Su” dökülüyor. Peşinden dualar geliyor: Haydi asker rastgele, uğur ola...
“ En büyük asker, bizim asker ! ”
O kalabalıktan zor ayrılarak bindim otobüse, 22.30 da kalkması gereken otobüs ancak bu muhteşem şölenden 23.30 da hareket edebildi. Yol boyunca Türk bayraklı otobüsler vızır vızır geçti yanımızdan. O gece yarısı, bir yandan da kendi kendime düşündüm ki, bu fidan gibi delikanlıların, belki de şehit künyeleri gönderilecek ailelerine. Onlar, bu vatan için, ömürlerinin baharında, belki de toprağa düşecekler. Devletimiz neyi isterse, o emri yerine getirecekler. Vatan sevgisini al bir karanfil gibi yüreklerinin üstünde taşıyacaklar. “Gel” denilince koşacaklar, “Öl” denilince de “bir gül bahçesine girercesine” şu kara toprakların bağrına düşecekler.
“En büyük asker, bizim asker!”
Yüzlerce, binlerce gencimizin ismi, Peygamber Efendimizin isminde erimiş ve kendisini bulmuştur. Asker Ocağı peygamber ocağıdır, dualı bilinir. Ocaktır, pişiren gencimizi, kerpiç giden tuğla döner. Orada pekişir, her şeyin kıymeti. Evet, asker ocağında her şey kıymetlidir, ama mektup bir başka kıymetlidir. İki satır da olsa beklenir. Mektup geldi mi? Keyiflenilir, saklanır, ama cevap bekletilmez, hemen yazılır, yine gelsin, yine gelsin diye. Kalem ve kâğıt mektup için taşınır. Duygular kabarır, mektup sonlarına şiirler yazılır, sevgi dolu, hasret yüklü, vasiyet yüklü... İşte size şiir, hem de bir şehit Mehmetçiğin (1993-Zekeriya Gülyaman Üzümlü Karakolu-Çukurca-Hakkari) cebinden çıkan mektubun sonuna yazdığı şiir...
Olur da bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın,
Bırakın toprağımda rahat yatayım,
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim gururumdur,
Ölünce kefenim olacak.
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım, şerefim olacak.
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek.
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak.
Yaramın kanın silmeyin,
Ahirette hesabı sorulacak
Göğsümdeki kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak.
Ne diyelim. Bu şiirden sonra artık söze gerek yok.
“En büyük asker, bizim asker!”
Yüreğinde Vatan sevgisi, Allah sevgisi, insan sevgisi ve merhamet duygusu olan herkes, o pırlanta gençleri uğurlamaya gelmeli, eğer sizde rastlarsanız böyle bir konvoya hemen katılın o sevince, o coşkuya ortak olun:
“En büyük asker, bizim asker!”