kaybolan mesleklerimiz: GAZOZCULUK [email protected] 01/06/2004
Sizlere bu sayıda da şimdi artık hatıralarda tatlı bir tebessüm olarak kalan bir meslekten ve şimdi artık kaybolan mesleklerimizden Meşrubatcılık’tan bahsetmeye devam edeceğim. Bu iş kolunun adı, 60 ile 70 yıllarını Gerede’de yaşamış herkesin hatırlayacağı üzere Meşrubatcılık; ama hepimizin birleştiği adı gazozculuktur. Hatta bu iş kolu iki de inatçı ve ısrarcı, iki tatlı rakip, bu işin hastası isimle yürümüş ve yürütülmüş yıllarca, bu isimlerden birisi “Esentepe Şifa Gazozu” diğeri de “Esentepe Çam Gazozu” idi. .............................................................................................
Bu konu “Bakırcılık” konusu için çalışırken ve araştırma yaparken Bakırcılık mesleğinin Gerede’deki çınarlarından emekli Mehmet GÖNÜLAL büyüğümüz ile bakırcılık üzerine yaptığımız röportajımız sırasında doğdu ve bu konuyu beraber enine boyuna işlemiştik. Ancak bu görüşmemiz meğer son görüşmemiz imiş, bir süre sonra kendileri hakka yürüdüler, Rahmet-i Rahman’a kavuştular. Bizim için ise röportajın bu bölümünü de işlemek ve gerçekten bana göre kaybolmaya yüz tutmuş, hatıralardan da silinmek üzere olan “Meşrubatcılık” konusunu kaleme almak ertelenemez bir vazife olmuştu.
Bugünün önemli sektörü ve bayiler aracılığı ile yürütülen “meşrubatcılık” iş kolu yıllar önce 1956’da çok daha önemli ve cesaret isteyen bir girişimcilik örneği aslında. Tutacak mı, tutmayacak mı ? Yatırılan para harcanan emek ya boşa giderse ?
Sözün burasında Mehmet GÖNÜLAL büyüğümüz diyor ki “Ben küçükken anam rahatsızlanınca Babam İstanbul’a doktora muayeneye götürdü. Bende gittim. Orada bizim misafir olduğumuz eve yakın Geredeli bir komşu varmış, gazoz fabrikasında çalışıyormuş, boş zamanlarında da dışarıda ufacık üç tekerlekli arabada gazoz yaparak hayatını kazanıyormuş. Arabaya ufak bir tüp yerleştirmiş, birde bardağı yıkayacak tepesine bastırınca tazyik ile bardağın içini yıkayan alet geliştirmiş. Neyse çok merak ettim, çok heveslendim. Gerede’de bu işi ben yapsam dedim. Böyle bir araba kaça mal olur diye kendisine sordum. “40 Paraya” dedi. Bu işin büyüğünü makine ile olanını yapsam boyumu aşıyor. En iyisi önce araba ile başlamalıyım dedim. Ama para yok, denkleştiremedim. Evdekilere de kabul ettiremedim. Velhasılı başlayamadı, bizim gazozculuk. Ama gel sen bana sor, içimde bir uhde kaldı. Aradan yıllar geçti. Bir gün kısmete bak. Saraç Adil Ağa’nın damadı Kemal, Gerede’ye Gazoz makinesi getirdi ve kurdu. Bir süre uğraştı, didindi, tutturamadı. Nihayet satımkâr oldular, içimde bir uhde vardı ya, işte gerçek oldu. Kendim istesem kuramıyordum. Onlardan devraldım. Gazoz yapmasını bana bir iki kere gösterdi. Ancak bizdeki acemilik bir iki kerede gitmedi. Aksilikler birbirini izledi. Nihayet makineleri kendi dükkânıma taşıdım. Her şeye dikkat ede ede tutturdum. 1956-1966 yılları arası tam on sene yaptım. Kasa kasa, Cumartesi Pazar, satmak için çocuklar alırdı. Maçlarda, Esentepe’de, hayvan pazarında, şehir içinden geçen otobüslerde, satarlardı. Adımız “Esentepe Şifa Gazozu” idi. Çocuklar bağırırdı “Buz gibi gazoz , Esentepe Gazozu” diye. Sonra kola ve portakalını da yaptım. Gazozun en mühim kısmı temizlikti. Şişeleri çok titiz yıkardım ve kapağını takardım. Gazozu yaparken ve şişelerken çok dikkat etmek gerekiyordu. Yıkarken fırçalardım. Şişelerken tel filtre kullanırdım. Bugünki gibi meşrubat bayileri yoktu. Kendimiz yapar, kendimiz arabada satardık, ancak iki gün hava güneşli olur, satarsın; bir de hava karardı mı, yağdı mı, soğudu mu, bekle artık havanın açmasını. Çünkü kötü havada satamazsın gazozu, elinde kalır. Zaten kazancında fazla bir şey yok. Ancak Benim Ortanca oğlum Naci aile mesleği olan bakırcılığı ve kalaycılığı yürütüyordu. Bir gün baba ben bu işi yapamayacağım dedi. Gazozculuğu ona devredip, ben kalaycılığa geçtim. Artık gazozculuğu o devam ettirdi. Üç tekerlekli ahşap araba yaptırdı. Cumartesi-Pazar, Esentepe’de, Panayırda yaptığı, gazozu, kolayı, portakalı kendi sattı. Nihayet maliyetler karşısında yeterli fiyatı alamayınca işi bıraktı. Makineleri kimseye satamadı, hurdaya sattı. İşte bizim gazoz işimiz böyle bitti. Gazozculuğu çok sevmiştim, oğlumda sevmişti. Ama para kazanamayınca sevgi tek başına işi ayakta tutmaya yetmiyor. Zaten diğer gazoz işi yapan Şamlıların İsmail ile İbrahim de daha önce dayanamayıp bırakıp bakırcılığa dönmüşlerdi. Onlarınkinin ismi de önce “Esentepe Çam Gazozu” iken, sonra “Esentepe Neşe Gazozu” olmuştu. Hey günler hey.” İşte röportaj buraya kadar.
Ancak konunun bazı detaylarını da bu mesleği severek babasından devir alarak bir on yıl kadar daha sürdüren Naci GÖNÜLAL ile görüşerek tamamlıyorum.
“1966-1972 yılları arası gazozu ben yapıp sattım. Bütün kahvehaneler gazoz alırdı. Duvarda bir karatahta vardı. Para alma yok. Gidenler yazılırdı, gelenler yazılırdı. Aradakini öderlerdi. Ayrıca o zamanın gençleri şimdi hepsi yaşını aldı başını aldı. Aralarında çok önemli isimler var bugün için hatırlayanlar bende sattım der hemen. Kimi bir değnek simit, kimi bir helke gazoz, Sığır pazarında, sebze pazarında, Esentepe’de, şehre giren otobüslerde satarlardı. Panayırda kendim satardım. Panayır sonunda gazoz makinasını durdurur, ya bakırcılık, ya kadostrada yardımcı eleman, ya tabakhanede tahta çakardık. Çünkü gazoz satılmazdı. Hava soğuk dışarda 1-2 Metre kar var kim alır gazozu. Mayıs ayı gelince gazozculuk tekrar başlardı. Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül ayları gazoz satış ayları idi. Son panayırda her şey biterdi. Satış için tahta gazoz arabamız vardı. Arabanın yarısı gazoz yarısı buz kalıbı ile dolu idi. Gazoz demek buz demekti. Buz gibi gazoz ancak buz ile olurdu. Kalıp kalıp buzu testere ile keser helkelere koyardık. Makinalarımız iki defa yenilendi. Gazozun yanında patentini de aldığımız “Kulüp Kola”yı da ürettik. Her gazozun tadı onu yapanın karışım sırrı ile meydana geliyordu. Her şişeye tek tek ve birer kepçe birer kepçe bu karışımdan konuyor, hava ve su ile kapağı makine kapatıyordu. 4,5 Kr. Etiket parası, 4,5 Kr. Kapağının parası, gazozu 17,5 Kr.’a satıyoruz. Bana ufağı, tefeği, makinası, fırçası, derken hiç para kalmıyor. Gazoz Bolu’da 35 Kr.’a satılıyordu. Gerede de Bolu’ya bağlı olduğu için Belediye’ye dilekçe verdik. Sene 1970. Sayın başkanım faturalarımız belli, masraflarımız şunlar, şunlar. İki sene bekledik, fiyat vermediler. Bu iki yıl içinde, bugün düzelecek, yarın düzelecek diye zararına sattık. Her iki aya bir dilekçe yeniledik. Cevap “fiyat artışı isteğiniz uygun görülmedi.” Yıl 1972 işi bıraktım. Makinaları para kazanamayınca hurdaya sattım. Makinaları koyacak yerim yoktu. Yer bulamadım. Aslında şimdi elimde olsaydı o makinalar, yine gazoz yapardım. Seviyordum ama zararına ne kadar satarsın. Eskiden narh vardı. Fiyatı belediye belirlerdi. Şimdi ise serbest piyasa kuralları kâr marjı piyasa talebi fiyatı belirliyor. Keşke dursaydı. Şimdinin serbest piyasa kuralları içinde olsa zarar etmezdim ve bu meslekte ölmezdi. Şimdi yine yapardım. Altmış yaşımdayım ama halâ seviyorum. Ama çare yok. Geçip giden zaman geri gelmiyor.”
Bu konuda tespit ettiğim ve üzüldüğüm bir husus o günlerden hatıra, günümüze ne bir makine, ne bir gazoz şişesi, ne de bir kapak kalmaması, yaptığım bütün araştırmalar sonuçsuz kaldı. Her iki gazoz işletmesinden bize kalan sadece tatlı bir hatıra, tatlı bir tebessüm maalesef, keşke elinde bir gazoz şişesi, bir kapak, bulunan bir okuyucumuz bizi sevindirse de hiç olmazsa bir fotoğraf alabilsek geleceğe bırakmak üzere.
Bir zamanların cesur girişimcisi ve sanayicisi konumundaki Mehmet GÖNÜLAL, İsmail ve İbrahim ERGÜN kardeşler artık aramızda yoklar. Ama unutulmaz hatıraları ile bize yüzümüzde tatlı tebessüm bıraktırarak yaşıyorlar. Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Naci GÖNÜLAL Ağabeyimize de Allah ömürler versin, Sağlık sıhhat afiyet versin.
Hani şair diyor ya “Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” Gerçekten de öyle değil mi ? Bize düşen de bu güzel hatıraları, canlı tutabilmek ve unutulmalarına izin vermemek.
Hatırlayın ve o güzel günleri anın, siz hiç simit yerken gazoz içtiniz mi? İçtiyseniz ne gam. Ama içmediyseniz, yetişemedi iseniz o tadı ve zevki bilemezsiniz.
Bu konu “Bakırcılık” konusu için çalışırken ve araştırma yaparken Bakırcılık mesleğinin Gerede’deki çınarlarından emekli Mehmet GÖNÜLAL büyüğümüz ile bakırcılık üzerine yaptığımız röportajımız sırasında doğdu ve bu konuyu beraber enine boyuna işlemiştik. Ancak bu görüşmemiz meğer son görüşmemiz imiş, bir süre sonra kendileri hakka yürüdüler, Rahmet-i Rahman’a kavuştular. Bizim için ise röportajın bu bölümünü de işlemek ve gerçekten bana göre kaybolmaya yüz tutmuş, hatıralardan da silinmek üzere olan “Meşrubatcılık” konusunu kaleme almak ertelenemez bir vazife olmuştu.
Bugünün önemli sektörü ve bayiler aracılığı ile yürütülen “meşrubatcılık” iş kolu yıllar önce 1956’da çok daha önemli ve cesaret isteyen bir girişimcilik örneği aslında. Tutacak mı, tutmayacak mı ? Yatırılan para harcanan emek ya boşa giderse ?
Sözün burasında Mehmet GÖNÜLAL büyüğümüz diyor ki “Ben küçükken anam rahatsızlanınca Babam İstanbul’a doktora muayeneye götürdü. Bende gittim. Orada bizim misafir olduğumuz eve yakın Geredeli bir komşu varmış, gazoz fabrikasında çalışıyormuş, boş zamanlarında da dışarıda ufacık üç tekerlekli arabada gazoz yaparak hayatını kazanıyormuş. Arabaya ufak bir tüp yerleştirmiş, birde bardağı yıkayacak tepesine bastırınca tazyik ile bardağın içini yıkayan alet geliştirmiş. Neyse çok merak ettim, çok heveslendim. Gerede’de bu işi ben yapsam dedim. Böyle bir araba kaça mal olur diye kendisine sordum. “40 Paraya” dedi. Bu işin büyüğünü makine ile olanını yapsam boyumu aşıyor. En iyisi önce araba ile başlamalıyım dedim. Ama para yok, denkleştiremedim. Evdekilere de kabul ettiremedim. Velhasılı başlayamadı, bizim gazozculuk. Ama gel sen bana sor, içimde bir uhde kaldı. Aradan yıllar geçti. Bir gün kısmete bak. Saraç Adil Ağa’nın damadı Kemal, Gerede’ye Gazoz makinesi getirdi ve kurdu. Bir süre uğraştı, didindi, tutturamadı. Nihayet satımkâr oldular, içimde bir uhde vardı ya, işte gerçek oldu. Kendim istesem kuramıyordum. Onlardan devraldım. Gazoz yapmasını bana bir iki kere gösterdi. Ancak bizdeki acemilik bir iki kerede gitmedi. Aksilikler birbirini izledi. Nihayet makineleri kendi dükkânıma taşıdım. Her şeye dikkat ede ede tutturdum. 1956-1966 yılları arası tam on sene yaptım. Kasa kasa, Cumartesi Pazar, satmak için çocuklar alırdı. Maçlarda, Esentepe’de, hayvan pazarında, şehir içinden geçen otobüslerde, satarlardı. Adımız “Esentepe Şifa Gazozu” idi. Çocuklar bağırırdı “Buz gibi gazoz , Esentepe Gazozu” diye. Sonra kola ve portakalını da yaptım. Gazozun en mühim kısmı temizlikti. Şişeleri çok titiz yıkardım ve kapağını takardım. Gazozu yaparken ve şişelerken çok dikkat etmek gerekiyordu. Yıkarken fırçalardım. Şişelerken tel filtre kullanırdım. Bugünki gibi meşrubat bayileri yoktu. Kendimiz yapar, kendimiz arabada satardık, ancak iki gün hava güneşli olur, satarsın; bir de hava karardı mı, yağdı mı, soğudu mu, bekle artık havanın açmasını. Çünkü kötü havada satamazsın gazozu, elinde kalır. Zaten kazancında fazla bir şey yok. Ancak Benim Ortanca oğlum Naci aile mesleği olan bakırcılığı ve kalaycılığı yürütüyordu. Bir gün baba ben bu işi yapamayacağım dedi. Gazozculuğu ona devredip, ben kalaycılığa geçtim. Artık gazozculuğu o devam ettirdi. Üç tekerlekli ahşap araba yaptırdı. Cumartesi-Pazar, Esentepe’de, Panayırda yaptığı, gazozu, kolayı, portakalı kendi sattı. Nihayet maliyetler karşısında yeterli fiyatı alamayınca işi bıraktı. Makineleri kimseye satamadı, hurdaya sattı. İşte bizim gazoz işimiz böyle bitti. Gazozculuğu çok sevmiştim, oğlumda sevmişti. Ama para kazanamayınca sevgi tek başına işi ayakta tutmaya yetmiyor. Zaten diğer gazoz işi yapan Şamlıların İsmail ile İbrahim de daha önce dayanamayıp bırakıp bakırcılığa dönmüşlerdi. Onlarınkinin ismi de önce “Esentepe Çam Gazozu” iken, sonra “Esentepe Neşe Gazozu” olmuştu. Hey günler hey.” İşte röportaj buraya kadar.
Ancak konunun bazı detaylarını da bu mesleği severek babasından devir alarak bir on yıl kadar daha sürdüren Naci GÖNÜLAL ile görüşerek tamamlıyorum.
“1966-1972 yılları arası gazozu ben yapıp sattım. Bütün kahvehaneler gazoz alırdı. Duvarda bir karatahta vardı. Para alma yok. Gidenler yazılırdı, gelenler yazılırdı. Aradakini öderlerdi. Ayrıca o zamanın gençleri şimdi hepsi yaşını aldı başını aldı. Aralarında çok önemli isimler var bugün için hatırlayanlar bende sattım der hemen. Kimi bir değnek simit, kimi bir helke gazoz, Sığır pazarında, sebze pazarında, Esentepe’de, şehre giren otobüslerde satarlardı. Panayırda kendim satardım. Panayır sonunda gazoz makinasını durdurur, ya bakırcılık, ya kadostrada yardımcı eleman, ya tabakhanede tahta çakardık. Çünkü gazoz satılmazdı. Hava soğuk dışarda 1-2 Metre kar var kim alır gazozu. Mayıs ayı gelince gazozculuk tekrar başlardı. Mayıs-Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül ayları gazoz satış ayları idi. Son panayırda her şey biterdi. Satış için tahta gazoz arabamız vardı. Arabanın yarısı gazoz yarısı buz kalıbı ile dolu idi. Gazoz demek buz demekti. Buz gibi gazoz ancak buz ile olurdu. Kalıp kalıp buzu testere ile keser helkelere koyardık. Makinalarımız iki defa yenilendi. Gazozun yanında patentini de aldığımız “Kulüp Kola”yı da ürettik. Her gazozun tadı onu yapanın karışım sırrı ile meydana geliyordu. Her şişeye tek tek ve birer kepçe birer kepçe bu karışımdan konuyor, hava ve su ile kapağı makine kapatıyordu. 4,5 Kr. Etiket parası, 4,5 Kr. Kapağının parası, gazozu 17,5 Kr.’a satıyoruz. Bana ufağı, tefeği, makinası, fırçası, derken hiç para kalmıyor. Gazoz Bolu’da 35 Kr.’a satılıyordu. Gerede de Bolu’ya bağlı olduğu için Belediye’ye dilekçe verdik. Sene 1970. Sayın başkanım faturalarımız belli, masraflarımız şunlar, şunlar. İki sene bekledik, fiyat vermediler. Bu iki yıl içinde, bugün düzelecek, yarın düzelecek diye zararına sattık. Her iki aya bir dilekçe yeniledik. Cevap “fiyat artışı isteğiniz uygun görülmedi.” Yıl 1972 işi bıraktım. Makinaları para kazanamayınca hurdaya sattım. Makinaları koyacak yerim yoktu. Yer bulamadım. Aslında şimdi elimde olsaydı o makinalar, yine gazoz yapardım. Seviyordum ama zararına ne kadar satarsın. Eskiden narh vardı. Fiyatı belediye belirlerdi. Şimdi ise serbest piyasa kuralları kâr marjı piyasa talebi fiyatı belirliyor. Keşke dursaydı. Şimdinin serbest piyasa kuralları içinde olsa zarar etmezdim ve bu meslekte ölmezdi. Şimdi yine yapardım. Altmış yaşımdayım ama halâ seviyorum. Ama çare yok. Geçip giden zaman geri gelmiyor.”
Bu konuda tespit ettiğim ve üzüldüğüm bir husus o günlerden hatıra, günümüze ne bir makine, ne bir gazoz şişesi, ne de bir kapak kalmaması, yaptığım bütün araştırmalar sonuçsuz kaldı. Her iki gazoz işletmesinden bize kalan sadece tatlı bir hatıra, tatlı bir tebessüm maalesef, keşke elinde bir gazoz şişesi, bir kapak, bulunan bir okuyucumuz bizi sevindirse de hiç olmazsa bir fotoğraf alabilsek geleceğe bırakmak üzere.
Bir zamanların cesur girişimcisi ve sanayicisi konumundaki Mehmet GÖNÜLAL, İsmail ve İbrahim ERGÜN kardeşler artık aramızda yoklar. Ama unutulmaz hatıraları ile bize yüzümüzde tatlı tebessüm bıraktırarak yaşıyorlar. Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Naci GÖNÜLAL Ağabeyimize de Allah ömürler versin, Sağlık sıhhat afiyet versin.
Hani şair diyor ya “Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” Gerçekten de öyle değil mi ? Bize düşen de bu güzel hatıraları, canlı tutabilmek ve unutulmalarına izin vermemek.
Hatırlayın ve o güzel günleri anın, siz hiç simit yerken gazoz içtiniz mi? İçtiyseniz ne gam. Ama içmediyseniz, yetişemedi iseniz o tadı ve zevki bilemezsiniz.