kaybolan mesleklerimiz: NALBANTLIK [email protected]
Gerede’de Nalbantlık, Demircilik eş zamanlı kardeş meslektir. Gerede’nin kuruluşu ile yaşıttır. Kuruluşu kadar eskidir. Tarihi İpek Yolu’nun Gerede’den geçmesi, Gerede’yi önemli ticaret ve üretim merkezi yapmıştır. Tarihi bu yol üzerinden yapılan ulaşım ve taşıma; atı ve atla gelişen mesleklerin öne çıkması tesadüfi değildir. Bu uğraş, hem ekonominin, hem yaşam tarzının ortaya koyduğu bir sonuçtur.
Nal ve Nalbantlık, Gerede’deki tarihi çok eskidir. Yüzyıllara varan geçmişi vardır. Bir anlamda mazisi, Gerede’nin Türkleşmesi ile eşdeğer. Gerede’nin Türkleşmesi de 1071 Malazgirt Zaferi ardından Anadolu’ya gelen Oğuz Boylarının Obalarından meydana gelmiştir. Türklerin, Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte yerleşik hayata geçtiklerini de bir kez daha söyleyelim. Bu yerleşme kışlak, yaylak şeklinde tebarüz etmişti. Geçim kaynağı hayvancılık ve tarım idi.
Türk boylarının Anadolu'ya gelerek yerleşmeleri, hayatlarını at sırtında geçirmeleri ve eyerli ata binmeleri, aynı zamanda semerli ata yük vurmaları, ata araba koşarak daha fazla yükü taşıma kabiliyetine sahip olmaları ile kolay olmuştur. Ata çok iyi hâkim olmaları, nal, eyer, semer, tekerlek ve araba sanatına, özellikle demrcilik, saraçlık, dericilik sanatına önem vermeleri ile mümkün olmuştur. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya geniş coğrafyaları kat ederek gelmeleri ve değişik coğrafyalara akarak devam eden göçleri, hep bu yüksek kültür ve sağlam karakterle ilgilidir. 1071 Malazgirt ile Anadolu'nun kapılarının kilidi kırıldı ve Anadolu Türklere iskâna açıldı. Malazgirt'ten, Anadolu Selçuklu'ya daha sonra Beylikler dönemi boyunca yerleşme devam etti. Gerede'de de yerleşme oba oba ve uzun bir zaman dilimi içersinde oldu. Bugün Gerede'de yer adları, köy adları Türklerin Oğuz boylarına ait olması tesadüf değil, bilâkis hep bu soylu geçmişin izlerini taşır. Bu durum Türklerin gittikleri her yere sahip oldukları yüksek kültürü taşıdıkları ve geliştirdiklerinin de göstergesidir. At ulaşım ve taşıma aracı idi. Böyle olunca at yetiştiriciliği ve atla ilgili mesleklerde öne çıkıyor ve önemli oluyordu. İşte sözün burasında Nalbantlık mesleğine de bir pencer açıyor ve anlatıyoruz.
Nalbantlık, Binek hayvanlarıyla ilgili olarak ortaya çıkmış bir sanat olan nalbantlık, demircilikle birlikte gelişmiştir. Eski dönemlerde hayvanların ayaklarına ve toynaklarına keçe, kalın bez ya da köseleden yapılan ayaklıklar takılırdı. Dayanıksız olan bu ayaklıkların yerini zamanla madeni nallar aldı. Geçmişte ulaşım, taşımacılık ve çeşitli hizmetlerde hayvanların yaygın olarak kullanılması nedeniyle, nalbantlık 1970'li yıllara kadar önemini korudu.
Nallar hayvanın toynağına “nal tokmağı” denilen tahta tokmaklar ya da “nallama” adı verilen özel çekiçlerle çakılır. Nalbantlar nal çakmanın yanı sıra toynak bakımını yapar ve toynak hastalıklarını tedavi eder. At ve eşek gibi yük hayvanlarının tırnaklarını korumak üzere, demirden takılan bir tür koruma aletine nal denir. Nal, tırnağın alt kenarının şekline uygun demirden çember biçiminde olup,bu kenarı aşınmaktan korur. Nalın bir iç, bir de dış kolu vardır. Nalın kol uçlarında mahmuz bulunursa mahmuzlu nal, bulunmazsa düz nal denir. Nal öteden beri, demirciler tarafından elle yapılırdı. Daha sonra nalbant adı verilen zanaatkârlar tarafından da, bu nallar eşek ve atlara özenle takılırdı. Nalın tırnağa takıldığı çivilere mıh denir. Nal, atın ayağının bir kayışla arkaya kaldırılmasıyla takılır. Bugün,nalbantlık sanatı neredeyse yok olmaktadır. Daha çok köylerde yaşatılan bir zanaat türü olmuştur. Diğer meslek dallarının aksine, nalbantlar bir yerde toplanma ihtiyacı duymamıştır. Özellikle dağ yöresi ve köylerden gelenlerin hayvanlarını bağladıkları muhitlerde de, çoğu seyyar birçok nalbant görev yapmaktaydı.
Gerede'nin atçı Celal'i, Hacı Celal Dedesi, onu bu özelliği ile tanımayan yok. Atların son aşığı, hala seviyor ve hala atı var, ahırı var. Kendisiyle parkta buluşuyoruz. Konumuz Nalbantlık. Hacı Celal konuşuyor ve biz sözünü kesmeden dinliyoruz. "35-40-50-60 'lı yıllara kadar gelir. Namlı Nalbantlar, Nalbant Ahmet, Nalbant Cemali, Nalbant İbrahim vardı, iyi ustaydı. Bu meslekte usta-çırak geleneği yoktu. Çocuklarını da yanlarında tutarlar, nalbant olmaları için uğraşırlardı ama bu pek tutmadı. Nalbant Abdurrahman ağa vardı. At, katır, merkep, tek tırnaklı hayvan. Ayağında zorlama olur, tamir eder. Ameliyat bile yapardı, ayaklarından. Nalbant hafız ağa vardı. Cevercioğlu'nun hanının girişinde dükkanı vardı. Hayvan durmaz, huysuzluk ederse askıya alırdı. Artık hayvan bir şey yapamazdı. Nalbantta yardımcıları ile kolayca çakma işini tamamlardı. Nalbant çoktu. Ama hayvan da çoktu. Seyitahmet Efendi'nin nalbant dükkanında sıra bulunmazdı. Eski namlı nalbantlar, çivisini kendi döğerdi. Nalını kendi keserdi. Şehirden köye, köyden şehire, gelirine göre ya at, ya at arabası, ya eşek, ya öküz arabası ile gidilirdi. Gered'den Eskipazar'a esnaf atıyla giderdi. Duruma göre bir at yetmezse iki at, yetmezse üç at. Devrek, Mengen, Çaycuma, Bartın, Ereğli atla gidilen yerlerdi. Keş satmaya giderdi, esnaf. Reçel satmaya, helva satmaya giderdi. Her yere atla gidilir, yükler at arabası ile taşınırdı. Çok pazar gezenin bir dükkanı, dir de ahırı olurdu. Bizim büyük yaylalarımız, beş tane. Beşinde en yazından yayla zamanı beşyüz at olurdu. Şimdi bir yaylada iki tane bulamazsınız." Hayat çok kısa ömür çabuk bitiyor. Bu görüşmeden sonra Hacı Celal SİNEKLİOĞLU büyüğümüz hakka yürüdü. Bize de miras kalan bu röpotajı yayınlayarak görevimizi yerine getirmek düştü. Mekanı cennet olsun.
Bir başka kalıcı röportaj için yine bir başka at aşığı Sabri MERCANLI ile yaşayan bir nalbant Halil PEKCANLI ile görüşmek ve at nallamak üzere güneydemirciler köyünün incikler mahallesine gidiyoruz. Halil Bey, bizi mükellef bir kahvaltı ile ağırladı. Ardından konumuz nalbantlık üzerine konuşmaya geçtik. Halil PEKCANLI " 1940'lıyım. 14 yaşımdan askere gidinceye kadar babamın yanında öğrendim. Babam 4 yıl askerlik yapmış, İstanbul Çatalca'da. Askeri birlikte öğrenmiş,yarış atları, süvari atlarının atlarının nallarını çakarmış, askerden dönünce memlekette nalbant azmış, özellikle köylerde yokmuş, babada çok iyi nalbant. Herkes memnun, herkes sırada o zaman Hasaanlar Köyündeyiz. Bütün köyler bize geliyordu. Tam yirmi sene çaktım, babamla. Sonra o çekildi. Bana bıraktı bu işi. Otuz senedir de ben çakıyorum. Sağlığım eskisi gibi değil ama elimden geldiği kadar kimseyi geri çevirmiyorum. Çünkü at bir hayvan için çok önemli onun sağlığı onun verimli kullanımı nala bağlı, zaten hayvan sayıları da azaldı. Kullananlarda mecburiyetten kimbilir nereye kadar bakalım. Bizden sonra Allah kerim. Çocuklara bu işi öğretemedim. Hiç biri sebat etmedi. Ama hayvan sayısı da azaldı. Gelecekte bu işin kimseyi doyuracak özelliği kalmadı." İşte bu görüşme ile Gerede'deki yaşayan son nalbant ile vedalaşıyoruz. Allah sağlık ve afiyetler dileyerek ayrılıyoruz.
Her şey zamana bağlı değişime uğruyor. Gerede’de 1940 ile 1970 yılları arasında doğanlar günümüze erişenlerin cümlesi atı, nalı, nalbantı, eyeri, semeri, faytonu, yük arabasını, çok yakından bildiği ve tanık olduğu aşikârdır. Bu nesil eyerli ve özengili ata bindi, atlı faytona bindi, ata semer koydu, atını nalbanta nallattı ve yayladan şehire odun indirdi, eşeğinin semerine heybesini vuran ve heybenin gözlerine pazardan aldığı erzağını koyup köyüne giden tanıdıkları ile selamlaştı, öküz arabası ile odun taşındığını gördü, at arabası ile yük taşıdı. Nalbantla ve Saraçlarla tanıştı. İşte bu nesil, hafızasında taşıdığı hayata dair bu zengin birikimi geleceğe taşımak anlamında -Gerede’ye ait kültür değerlerimizin dünden bugüne ana parçalarıdan olan- Nalbantlık unutulmaması için anlatmalı, yazmalı, nostaljik de olsa yaşatılması için formüller bulmalıdır. Kurulması gereken şehir müzesinde, mümtaz bir bölüm yine at, eşek nallarına ve nalbant dükkanına ayrılmalıdır. Aslına uygun olarak sergilenme ve canlandırma imkânı yaratılmalıdır.
Bize başkalık kazandıran zengin değerlerimizin yaşatılması dileklerimle…
Nal ve Nalbantlık, Gerede’deki tarihi çok eskidir. Yüzyıllara varan geçmişi vardır. Bir anlamda mazisi, Gerede’nin Türkleşmesi ile eşdeğer. Gerede’nin Türkleşmesi de 1071 Malazgirt Zaferi ardından Anadolu’ya gelen Oğuz Boylarının Obalarından meydana gelmiştir. Türklerin, Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte yerleşik hayata geçtiklerini de bir kez daha söyleyelim. Bu yerleşme kışlak, yaylak şeklinde tebarüz etmişti. Geçim kaynağı hayvancılık ve tarım idi.
Türk boylarının Anadolu'ya gelerek yerleşmeleri, hayatlarını at sırtında geçirmeleri ve eyerli ata binmeleri, aynı zamanda semerli ata yük vurmaları, ata araba koşarak daha fazla yükü taşıma kabiliyetine sahip olmaları ile kolay olmuştur. Ata çok iyi hâkim olmaları, nal, eyer, semer, tekerlek ve araba sanatına, özellikle demrcilik, saraçlık, dericilik sanatına önem vermeleri ile mümkün olmuştur. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya geniş coğrafyaları kat ederek gelmeleri ve değişik coğrafyalara akarak devam eden göçleri, hep bu yüksek kültür ve sağlam karakterle ilgilidir. 1071 Malazgirt ile Anadolu'nun kapılarının kilidi kırıldı ve Anadolu Türklere iskâna açıldı. Malazgirt'ten, Anadolu Selçuklu'ya daha sonra Beylikler dönemi boyunca yerleşme devam etti. Gerede'de de yerleşme oba oba ve uzun bir zaman dilimi içersinde oldu. Bugün Gerede'de yer adları, köy adları Türklerin Oğuz boylarına ait olması tesadüf değil, bilâkis hep bu soylu geçmişin izlerini taşır. Bu durum Türklerin gittikleri her yere sahip oldukları yüksek kültürü taşıdıkları ve geliştirdiklerinin de göstergesidir. At ulaşım ve taşıma aracı idi. Böyle olunca at yetiştiriciliği ve atla ilgili mesleklerde öne çıkıyor ve önemli oluyordu. İşte sözün burasında Nalbantlık mesleğine de bir pencer açıyor ve anlatıyoruz.
Nalbantlık, Binek hayvanlarıyla ilgili olarak ortaya çıkmış bir sanat olan nalbantlık, demircilikle birlikte gelişmiştir. Eski dönemlerde hayvanların ayaklarına ve toynaklarına keçe, kalın bez ya da köseleden yapılan ayaklıklar takılırdı. Dayanıksız olan bu ayaklıkların yerini zamanla madeni nallar aldı. Geçmişte ulaşım, taşımacılık ve çeşitli hizmetlerde hayvanların yaygın olarak kullanılması nedeniyle, nalbantlık 1970'li yıllara kadar önemini korudu.
Nallar hayvanın toynağına “nal tokmağı” denilen tahta tokmaklar ya da “nallama” adı verilen özel çekiçlerle çakılır. Nalbantlar nal çakmanın yanı sıra toynak bakımını yapar ve toynak hastalıklarını tedavi eder. At ve eşek gibi yük hayvanlarının tırnaklarını korumak üzere, demirden takılan bir tür koruma aletine nal denir. Nal, tırnağın alt kenarının şekline uygun demirden çember biçiminde olup,bu kenarı aşınmaktan korur. Nalın bir iç, bir de dış kolu vardır. Nalın kol uçlarında mahmuz bulunursa mahmuzlu nal, bulunmazsa düz nal denir. Nal öteden beri, demirciler tarafından elle yapılırdı. Daha sonra nalbant adı verilen zanaatkârlar tarafından da, bu nallar eşek ve atlara özenle takılırdı. Nalın tırnağa takıldığı çivilere mıh denir. Nal, atın ayağının bir kayışla arkaya kaldırılmasıyla takılır. Bugün,nalbantlık sanatı neredeyse yok olmaktadır. Daha çok köylerde yaşatılan bir zanaat türü olmuştur. Diğer meslek dallarının aksine, nalbantlar bir yerde toplanma ihtiyacı duymamıştır. Özellikle dağ yöresi ve köylerden gelenlerin hayvanlarını bağladıkları muhitlerde de, çoğu seyyar birçok nalbant görev yapmaktaydı.
Gerede'nin atçı Celal'i, Hacı Celal Dedesi, onu bu özelliği ile tanımayan yok. Atların son aşığı, hala seviyor ve hala atı var, ahırı var. Kendisiyle parkta buluşuyoruz. Konumuz Nalbantlık. Hacı Celal konuşuyor ve biz sözünü kesmeden dinliyoruz. "35-40-50-60 'lı yıllara kadar gelir. Namlı Nalbantlar, Nalbant Ahmet, Nalbant Cemali, Nalbant İbrahim vardı, iyi ustaydı. Bu meslekte usta-çırak geleneği yoktu. Çocuklarını da yanlarında tutarlar, nalbant olmaları için uğraşırlardı ama bu pek tutmadı. Nalbant Abdurrahman ağa vardı. At, katır, merkep, tek tırnaklı hayvan. Ayağında zorlama olur, tamir eder. Ameliyat bile yapardı, ayaklarından. Nalbant hafız ağa vardı. Cevercioğlu'nun hanının girişinde dükkanı vardı. Hayvan durmaz, huysuzluk ederse askıya alırdı. Artık hayvan bir şey yapamazdı. Nalbantta yardımcıları ile kolayca çakma işini tamamlardı. Nalbant çoktu. Ama hayvan da çoktu. Seyitahmet Efendi'nin nalbant dükkanında sıra bulunmazdı. Eski namlı nalbantlar, çivisini kendi döğerdi. Nalını kendi keserdi. Şehirden köye, köyden şehire, gelirine göre ya at, ya at arabası, ya eşek, ya öküz arabası ile gidilirdi. Gered'den Eskipazar'a esnaf atıyla giderdi. Duruma göre bir at yetmezse iki at, yetmezse üç at. Devrek, Mengen, Çaycuma, Bartın, Ereğli atla gidilen yerlerdi. Keş satmaya giderdi, esnaf. Reçel satmaya, helva satmaya giderdi. Her yere atla gidilir, yükler at arabası ile taşınırdı. Çok pazar gezenin bir dükkanı, dir de ahırı olurdu. Bizim büyük yaylalarımız, beş tane. Beşinde en yazından yayla zamanı beşyüz at olurdu. Şimdi bir yaylada iki tane bulamazsınız." Hayat çok kısa ömür çabuk bitiyor. Bu görüşmeden sonra Hacı Celal SİNEKLİOĞLU büyüğümüz hakka yürüdü. Bize de miras kalan bu röpotajı yayınlayarak görevimizi yerine getirmek düştü. Mekanı cennet olsun.
Bir başka kalıcı röportaj için yine bir başka at aşığı Sabri MERCANLI ile yaşayan bir nalbant Halil PEKCANLI ile görüşmek ve at nallamak üzere güneydemirciler köyünün incikler mahallesine gidiyoruz. Halil Bey, bizi mükellef bir kahvaltı ile ağırladı. Ardından konumuz nalbantlık üzerine konuşmaya geçtik. Halil PEKCANLI " 1940'lıyım. 14 yaşımdan askere gidinceye kadar babamın yanında öğrendim. Babam 4 yıl askerlik yapmış, İstanbul Çatalca'da. Askeri birlikte öğrenmiş,yarış atları, süvari atlarının atlarının nallarını çakarmış, askerden dönünce memlekette nalbant azmış, özellikle köylerde yokmuş, babada çok iyi nalbant. Herkes memnun, herkes sırada o zaman Hasaanlar Köyündeyiz. Bütün köyler bize geliyordu. Tam yirmi sene çaktım, babamla. Sonra o çekildi. Bana bıraktı bu işi. Otuz senedir de ben çakıyorum. Sağlığım eskisi gibi değil ama elimden geldiği kadar kimseyi geri çevirmiyorum. Çünkü at bir hayvan için çok önemli onun sağlığı onun verimli kullanımı nala bağlı, zaten hayvan sayıları da azaldı. Kullananlarda mecburiyetten kimbilir nereye kadar bakalım. Bizden sonra Allah kerim. Çocuklara bu işi öğretemedim. Hiç biri sebat etmedi. Ama hayvan sayısı da azaldı. Gelecekte bu işin kimseyi doyuracak özelliği kalmadı." İşte bu görüşme ile Gerede'deki yaşayan son nalbant ile vedalaşıyoruz. Allah sağlık ve afiyetler dileyerek ayrılıyoruz.
Her şey zamana bağlı değişime uğruyor. Gerede’de 1940 ile 1970 yılları arasında doğanlar günümüze erişenlerin cümlesi atı, nalı, nalbantı, eyeri, semeri, faytonu, yük arabasını, çok yakından bildiği ve tanık olduğu aşikârdır. Bu nesil eyerli ve özengili ata bindi, atlı faytona bindi, ata semer koydu, atını nalbanta nallattı ve yayladan şehire odun indirdi, eşeğinin semerine heybesini vuran ve heybenin gözlerine pazardan aldığı erzağını koyup köyüne giden tanıdıkları ile selamlaştı, öküz arabası ile odun taşındığını gördü, at arabası ile yük taşıdı. Nalbantla ve Saraçlarla tanıştı. İşte bu nesil, hafızasında taşıdığı hayata dair bu zengin birikimi geleceğe taşımak anlamında -Gerede’ye ait kültür değerlerimizin dünden bugüne ana parçalarıdan olan- Nalbantlık unutulmaması için anlatmalı, yazmalı, nostaljik de olsa yaşatılması için formüller bulmalıdır. Kurulması gereken şehir müzesinde, mümtaz bir bölüm yine at, eşek nallarına ve nalbant dükkanına ayrılmalıdır. Aslına uygun olarak sergilenme ve canlandırma imkânı yaratılmalıdır.
Bize başkalık kazandıran zengin değerlerimizin yaşatılması dileklerimle…