ermeni yalanları [email protected] 24/04/2018
Osmanlı Devleti’nin güçten düştüğü 19.yüzyılda önce Rusya sonra İngiltere ve diğer Batılı ülkeler Balkanlar’ daki hıristiyan halkları ve Anadolu’daki Ermenileri Osmanlı Devletine karşı tahrik ve teşvik etti. 93 Harbi denilen Türklerin yenilgisi ile biten 1877-1878 Türk-Rus Savaşından sonra Türkler, 500 yıldan beri oturdukları Rumeli topraklarından imha edilerek sökülüp atıldılar. Bu durum Ermenileri de harekete geçirdi. Anadolu’da hiç bir yerde çoğunluk olmadıkları halde, kendilerine Ermenistan kurulmasını istediler. Bu olmadı ama Ermeni adı ilk defa uluslararası bir antlaşmaya, yani 1878 Yeşilköy Türk-Rus Antlaşmasına girdi. Daha sonra İngiliz-Rus rekabeti ve diğer devletlerin yardımı ile Ermeni terör örgütleri kuruldu. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Osmanlı Devletine karşı isyanlar başlatıldı.
Osmanlı Devletinin 14 Kasım 1914’de İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi Ermeni komitelerince büyük fırsat olarak görüldü. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarımıza girdiler. Ermeniler Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartıp, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurdular. Sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratıldı.
Devlet bir kaç cephede savaşırken, Türklerin savaşa gitmeleri sonucu meydan Ermenilere kaldı. Van’da isyan başlatıldı. Devlet bu durumda 27 Mayıs 1915 tarihinde ( tehcir ) yani Rus cephesindeki Ermenilerin güneye göç ettirilmesi kararını aldı. İşte bu karar Ermenilerin Türkleri soykırım yapmakla suçladıkları olaydır. Önce şunu sormak lazım: “Türkler’in yaptığı tehcir, soykırım tanımına uyar mı?’’
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararı ile kabul edilmiş soykırım tanımı tehcire uymamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu kendi vatandaşları olan savunmasız Ermenileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak için öldürmemiş ve aynı amaçla tehcire zorlamamıştır. Osmanlı Devleti, bağımsız devlet kurmak amacıyla savaş sırasında Rusya tarafında yer alan, düşman saydığı Müslüman halkı öldüren Ermenilerle savaşmıştır. Osmanlı Devleti kendi topraklarının bütünlüğünü savunmak amacıyla düşmanla işbirliği yapan ve yapabilecek Ermeni nüfusa tehcir uygulamıştır. Olanları soykırım olarak adlandıranlar, Osmanlı Devletinin Müslüman halkının da soykırıma uğradığını bu soykırımın Ermeniler tarafından yapıldığını kabul etmek zorundadır.
1916 Temmuzunda Ruslar Erzincan’a kadar ilerlemişlerdi. 1917 Şubat Rus devriminden sonra Ruslar geri çekilmeye başladılar. Meydan Ermenilere kaldı. Ermeniler bu dönemde Ruslarla işgal ettikleri Türk şehir ve köylerini Türklerden temizlemeye ve anlatılmaz zulümlere hız verdiler. 1917 yılında Osmanlı orduları yeniden toplandı. 1918’de saldırıya geçtiler. Geri alınan doğu Anadolu şehirlerimizin durumunu 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir şöyle anlatıyor; "15 Şubat 1918”de Erzincan’ı aldık. Ermeniler pek az karşı koydular. Güzel yapılar ve kışlalar yakılmıştı. Bazılarının içini insanlarla doldurup yakmışlardı. İçi cesetlerle dolu kuyular çoktu. Müfrezem 22 Şubatta Mamahatun’a (Tercan’a) girdi. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Ermeniler bütün ahalisini öldürüp büyük çukura doldurmuşlardı. Her taraf yanıyordu. 20 Şubat’ta Bayburt’a geldik. Buradaki cenazeler insanın aklını oynatacak kadar çoktu. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görülüyordu Bunları görünce Erzurum’daki kardeşlerimizin imdadına koştuk. 11 ve 12 Mart’ta Ilıca ve Erzurum’u aldık. Erzurum’da öyle acıklı manzaralar gördük ki, insanı insanlıktan iğrendiriyordu. Halk gözyaşı ile şuraya buraya koşuyor, kimi babasını, oğlunu süngülenmiş veya yakılmış buluyordu. Bir çok sokakta hiç hayat görülmüyordu. Yerlerde çocuk, kadın, yaşlı kanlar içinde yatıyordu. İstasyon sanki bir mezarlık gibi ölülerini dışarıya fırlatmıştı…"
Günümüz de Fransa’nın Ermeni tezlerine neden sahip çıktığını daha iyi anlıyoruz. Çünkü o dönemde Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da, Adana ve Çukurova’da Türklerin yaşadığı kötülüklerin baş aktörü Fransa’dır. Urfa, Maraş ve Antep’te Fransız kumandasındaki Ermeni zülmü ve katliamına karşı Türkler on binlerce şehit vererek şanlı bir mücadele vermişlerdir. Fransızlar giderken Ermeniler de onları takip etmişlerdir.
Milli Mücadele’de Ermeniler : Birinci Dünya Savaşı sonucu Türk Vatanı İngiliz, Fransız, İtalyan ve onların piyonları Yunan, Ermeni silahlı güçleri tarafından işgal edildi. İşte bu andan itibaren Türk Milletinin Atatürk’ün önderliğinde şanlı İstiklâl Mücadelesi başladı. Soykırıma uğradığını iddia eden Ermeniler Anadolu’da düzenli ordularla Türklere karşı savaştılar. Yalnız bu durum bile soykırım olmadığını ortaya koyar. Kaldı ki elimizde bu dönemi aydınlatan sayısız belge ve tarihi şahit de Ermeni tezini çürütmektedir.
Ermeniler önce Doğu Anadolu’da Ruslarla sonra Güney Anadolu’da Fransızlarla beraber Türkleri imhaya kalktılar. Böylece hiç bir yerde nüfusça ekseriyet olmayan Ermeniler lehine Anadolu Türklerden arındırılmak istendi. Bu çok kötü duruma rağmen, Türkler vatanlarını, namuslarını korumak için şerefli, haklı, inanılmaz bir mücadele verdiler. Oyunu bozdular. Emperyalistler ve onların maşaları hedeflerine ulaşamadılar. Çünkü ‘Çılgın Türkler’ kendisine kefen biçenlere ‘Ata’sı önderliğinde haddini bildirdi. 24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşması olarak kabul edilen “Lozan Anlaşması’’ ile Ermeni Meselesi ve Ermeni iddiaları resmen kapandı. O halde bugün bizden kimsenin bir şey isteme hakkı yoktur.
Ermeniler geçmişte programlı basın yayın faaliyetleri yanında Türklere karşı silahlı terör yolunu seçtiler. Özellikle Türk devlet adamlarına yöneltilen bu terörist strateji ilk defa 1905’de Sultan II.Abdülhamid’e yapılan bombalı saldırı ile başladı. Ermeni terörü yurt dışındaki Türk görevlileri temsilcilikleri ve kuruluşlarına yönelmiş ve 1973 yılından 1994 yılına kadar 36 devlet görevlisi şehit edilmişti. Ermeni terör örgütlerinin amacı Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak ‘Bağımsız bir Ermenistan’ kurmaktı. Bu gün Ermenistan politikasında, söz konusu isteklerin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir. Ermenistan Anayasasında Türkiye toprakları üzerinde. hak iddia edilmekte ve Ermeni Cumhurbaşkanlığı bayrağında Ağrı Dağı’mızın resmi bulunmaktadır. Türkiye’ye Ermenistan sınırımızı açmamız için baskı yapan ülkeler, önce Azerbaycan toprağı Karabağ’ı işgal eden 1 milyon Azeriyi göçe zorlayan Ermenistan’a yaptırım uygulamalıdır. Türkiye üzerindeki Ermeni emelleri açıktır. Ermeniler, sözde Ermeni soykırım iddiaları vasıtasıyla önce meselenin tanınmasını sağlamak, daha sonra soykırım olarak kabul edilmesini, bu yolla Türkiye’den tazminat ve toprak talebinde bulunmak istemektedir.
Dün olduğu gibi bu gün de Ermenilerle Türkler arasındaki sorunlardan faydalanan, Ermenileri kışkırtan, soykırım iddialarını Türkiye’ye baskı yapmak ve bir şeyler koparmak için kullanan bazı devletler vardır.
Türkiye Ermeni soykırım iddiaları ile mücadelede ABD kongresinde ‘soykırım tasarılarına engel olmak için yabancı lobilerden medet umuyor. ABD soykırım kararını başımızda sanki Demokles’in kılıcı gibi tutmaktadır. Son zamanlarda piyasaya sürülen araştırma sonuçları Türk tezlerini güçlendirse de kimliklerini Türk düşmanlığı üzerine kuranların bunları dikkate alacaklarını zannetmiyoruz Önce kendi gücümüze güvenmeliyiz. Genç nesillerimize tarihimizi ve bütün dünyaya yılmadan kendi tezlerimizi anlatmalıyız. Ama esas olan vatan topraklarımıza güçlü ve birlik içinde sahip çıkmamızdır. Dünyanın anladığı dil budur!
Osmanlı Devletinin 14 Kasım 1914’de İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi Ermeni komitelerince büyük fırsat olarak görüldü. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarımıza girdiler. Ermeniler Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartıp, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurdular. Sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratıldı.
Devlet bir kaç cephede savaşırken, Türklerin savaşa gitmeleri sonucu meydan Ermenilere kaldı. Van’da isyan başlatıldı. Devlet bu durumda 27 Mayıs 1915 tarihinde ( tehcir ) yani Rus cephesindeki Ermenilerin güneye göç ettirilmesi kararını aldı. İşte bu karar Ermenilerin Türkleri soykırım yapmakla suçladıkları olaydır. Önce şunu sormak lazım: “Türkler’in yaptığı tehcir, soykırım tanımına uyar mı?’’
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararı ile kabul edilmiş soykırım tanımı tehcire uymamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu kendi vatandaşları olan savunmasız Ermenileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak için öldürmemiş ve aynı amaçla tehcire zorlamamıştır. Osmanlı Devleti, bağımsız devlet kurmak amacıyla savaş sırasında Rusya tarafında yer alan, düşman saydığı Müslüman halkı öldüren Ermenilerle savaşmıştır. Osmanlı Devleti kendi topraklarının bütünlüğünü savunmak amacıyla düşmanla işbirliği yapan ve yapabilecek Ermeni nüfusa tehcir uygulamıştır. Olanları soykırım olarak adlandıranlar, Osmanlı Devletinin Müslüman halkının da soykırıma uğradığını bu soykırımın Ermeniler tarafından yapıldığını kabul etmek zorundadır.
1916 Temmuzunda Ruslar Erzincan’a kadar ilerlemişlerdi. 1917 Şubat Rus devriminden sonra Ruslar geri çekilmeye başladılar. Meydan Ermenilere kaldı. Ermeniler bu dönemde Ruslarla işgal ettikleri Türk şehir ve köylerini Türklerden temizlemeye ve anlatılmaz zulümlere hız verdiler. 1917 yılında Osmanlı orduları yeniden toplandı. 1918’de saldırıya geçtiler. Geri alınan doğu Anadolu şehirlerimizin durumunu 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir şöyle anlatıyor; "15 Şubat 1918”de Erzincan’ı aldık. Ermeniler pek az karşı koydular. Güzel yapılar ve kışlalar yakılmıştı. Bazılarının içini insanlarla doldurup yakmışlardı. İçi cesetlerle dolu kuyular çoktu. Müfrezem 22 Şubatta Mamahatun’a (Tercan’a) girdi. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Ermeniler bütün ahalisini öldürüp büyük çukura doldurmuşlardı. Her taraf yanıyordu. 20 Şubat’ta Bayburt’a geldik. Buradaki cenazeler insanın aklını oynatacak kadar çoktu. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görülüyordu Bunları görünce Erzurum’daki kardeşlerimizin imdadına koştuk. 11 ve 12 Mart’ta Ilıca ve Erzurum’u aldık. Erzurum’da öyle acıklı manzaralar gördük ki, insanı insanlıktan iğrendiriyordu. Halk gözyaşı ile şuraya buraya koşuyor, kimi babasını, oğlunu süngülenmiş veya yakılmış buluyordu. Bir çok sokakta hiç hayat görülmüyordu. Yerlerde çocuk, kadın, yaşlı kanlar içinde yatıyordu. İstasyon sanki bir mezarlık gibi ölülerini dışarıya fırlatmıştı…"
Günümüz de Fransa’nın Ermeni tezlerine neden sahip çıktığını daha iyi anlıyoruz. Çünkü o dönemde Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da, Adana ve Çukurova’da Türklerin yaşadığı kötülüklerin baş aktörü Fransa’dır. Urfa, Maraş ve Antep’te Fransız kumandasındaki Ermeni zülmü ve katliamına karşı Türkler on binlerce şehit vererek şanlı bir mücadele vermişlerdir. Fransızlar giderken Ermeniler de onları takip etmişlerdir.
Milli Mücadele’de Ermeniler : Birinci Dünya Savaşı sonucu Türk Vatanı İngiliz, Fransız, İtalyan ve onların piyonları Yunan, Ermeni silahlı güçleri tarafından işgal edildi. İşte bu andan itibaren Türk Milletinin Atatürk’ün önderliğinde şanlı İstiklâl Mücadelesi başladı. Soykırıma uğradığını iddia eden Ermeniler Anadolu’da düzenli ordularla Türklere karşı savaştılar. Yalnız bu durum bile soykırım olmadığını ortaya koyar. Kaldı ki elimizde bu dönemi aydınlatan sayısız belge ve tarihi şahit de Ermeni tezini çürütmektedir.
Ermeniler önce Doğu Anadolu’da Ruslarla sonra Güney Anadolu’da Fransızlarla beraber Türkleri imhaya kalktılar. Böylece hiç bir yerde nüfusça ekseriyet olmayan Ermeniler lehine Anadolu Türklerden arındırılmak istendi. Bu çok kötü duruma rağmen, Türkler vatanlarını, namuslarını korumak için şerefli, haklı, inanılmaz bir mücadele verdiler. Oyunu bozdular. Emperyalistler ve onların maşaları hedeflerine ulaşamadılar. Çünkü ‘Çılgın Türkler’ kendisine kefen biçenlere ‘Ata’sı önderliğinde haddini bildirdi. 24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşması olarak kabul edilen “Lozan Anlaşması’’ ile Ermeni Meselesi ve Ermeni iddiaları resmen kapandı. O halde bugün bizden kimsenin bir şey isteme hakkı yoktur.
Ermeniler geçmişte programlı basın yayın faaliyetleri yanında Türklere karşı silahlı terör yolunu seçtiler. Özellikle Türk devlet adamlarına yöneltilen bu terörist strateji ilk defa 1905’de Sultan II.Abdülhamid’e yapılan bombalı saldırı ile başladı. Ermeni terörü yurt dışındaki Türk görevlileri temsilcilikleri ve kuruluşlarına yönelmiş ve 1973 yılından 1994 yılına kadar 36 devlet görevlisi şehit edilmişti. Ermeni terör örgütlerinin amacı Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak ‘Bağımsız bir Ermenistan’ kurmaktı. Bu gün Ermenistan politikasında, söz konusu isteklerin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir. Ermenistan Anayasasında Türkiye toprakları üzerinde. hak iddia edilmekte ve Ermeni Cumhurbaşkanlığı bayrağında Ağrı Dağı’mızın resmi bulunmaktadır. Türkiye’ye Ermenistan sınırımızı açmamız için baskı yapan ülkeler, önce Azerbaycan toprağı Karabağ’ı işgal eden 1 milyon Azeriyi göçe zorlayan Ermenistan’a yaptırım uygulamalıdır. Türkiye üzerindeki Ermeni emelleri açıktır. Ermeniler, sözde Ermeni soykırım iddiaları vasıtasıyla önce meselenin tanınmasını sağlamak, daha sonra soykırım olarak kabul edilmesini, bu yolla Türkiye’den tazminat ve toprak talebinde bulunmak istemektedir.
Dün olduğu gibi bu gün de Ermenilerle Türkler arasındaki sorunlardan faydalanan, Ermenileri kışkırtan, soykırım iddialarını Türkiye’ye baskı yapmak ve bir şeyler koparmak için kullanan bazı devletler vardır.
Türkiye Ermeni soykırım iddiaları ile mücadelede ABD kongresinde ‘soykırım tasarılarına engel olmak için yabancı lobilerden medet umuyor. ABD soykırım kararını başımızda sanki Demokles’in kılıcı gibi tutmaktadır. Son zamanlarda piyasaya sürülen araştırma sonuçları Türk tezlerini güçlendirse de kimliklerini Türk düşmanlığı üzerine kuranların bunları dikkate alacaklarını zannetmiyoruz Önce kendi gücümüze güvenmeliyiz. Genç nesillerimize tarihimizi ve bütün dünyaya yılmadan kendi tezlerimizi anlatmalıyız. Ama esas olan vatan topraklarımıza güçlü ve birlik içinde sahip çıkmamızdır. Dünyanın anladığı dil budur!