ayhan songar [email protected] 01.07.2014
Ülkemizde Psikiyatri alanında yetişmiş bir otorite idi. Son derece rahat, son derece mütevazi, son derece kolay iletişim kurulabilecek bir kişilikti.
Ayhan Songar’ın sohbetleri olurdu. Katılanlar her zaman büyük zevk alır, uzun konuşmaları dinlemekten herkes kaçtığı halde, onun bilgi, tecrübe, esprilerle yüklü konuşmalarını, ne kadar uzatırsa uzatsın hiç kimse kaçmazdı. Gerçekten güzel konuşurdu; Türkçe hatası yapmadan sımsıkı sarar ve en anlaşılır biçimde anlatırdı. Konuştuğu İstanbul Türkçesiydi; kültürü, nezaketi, hâli tavrı hep İstanbullu. Çünkü annesi Fevziye Hanım İstanbulludur; üstelik II. Sultan Abdülhamid devrinde, Valide Sultan'ın yeğeni olarak dünyaya gelmiş, Sultan Reşad devrinde kendisi için çıkarılan bir irade-i seniyye ile Fransız mektebine devam ederken bir yandan da Tanburî Cemil Bey'den musiki dersleri almış saraylı bir hanım... Gönen'de doğan Ayhan Bey'in İstanbulluğu annesinden gelir. Mütareke yıllarında Ömer Canbulat Bey, yani Ayhan Songar'ın dedesi, ailesini alıp Gönen'e götürmüş, Karalar Çiftliği'ne yerleşerek Milli Mücadele boyunca Kuvay-ı Milliye için çalışmıştır. Savaş sona erdikten sonra bir gün Gönen'e genç bir yüzbaşı çıka gelir ve tam karşılarındaki eve yerleşir. Gelir gelmez muhtelif cephelerdeki kahramanlıkları dilden dile dolaşmaya başlayan Yüzbaşı Nazmi Bey, çok geçmeden Ömer Bey'in küçük kızı Fevziye'ye talip olur ve istemesi için dayısı (ve Mehmed Âkif'in en yakın arkadaşı) Eşref Edip Bey'i gönderir. Ömer Canbulat Bey, bütün soydaşları gibi yiğitlik ve kahramanlık sevdalısı bir Kafkasyalıdır; "Yüzbaşının atıyla kamçısı yeter!" diyerek hiç tereddüt etmeden evet deyiverir.
Bu evlilikten 10 Temmuz 1927'de dünyaya gelen ve Ayhan adı verilen çocuk, liseyi bitirinceye kadar, asker babası ve bütün meşakkatlere gönül rızasıyla katlanan saraylı annesiyle birlikte dört bir yanını dolaştığı Türkiye'yi çok yakından tanıyacak ve yaşadığı bu büyük tecrübe sayesinde ayakları hep bu topraklara basan bir hekim, bir fikir ve kültür adamı olarak kendini gösterecektir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1950 yılında mezun olur ve Bakırköy Akıl Hastanesi'ndeki Üniversite Psikiyatri Kliniği'nde asistanlık görevine başlar. O tarihte Psikiyatri dalında iki otorite vardır: Mazhar Osman Uzman ve Fahri Celal Göktulga. Bu iki değerli hoca sayesinde Psikiyatri Kliniği Ayhan Songar için sadece ruh hekimliği tahsil ettiği bir mektep değil, aynı zamanda bir tarih, medeniyet ve edebiyat ortamıdır. Zekası, dikkati, bilgisi ve çalışkanlığıyla çok geçmeden Mazhar Osman'ın dikkatini çeken ve en yakın dostu, en değerli yardımcısı haline gelen genç doktor, daha sonra tabir-i caizse, onun tahtına oturmuş ve adı tıpkı onun adı gibi efsaneleşmiştir.
Ayhan Songar, sadece bir hekim olsaydı şüphesiz böyle bir efsane haline gelemezdi. Mesleğinde dünya çapında bir isim olduğu tartışılamaz; ancak o, sadece bir hekim değil, aynı zamanda bir fikir, kültür ve sanat adamı ve güçlü bir yazardı. Hayatı hep sanat ve edebiyat adamlarıyla birlikte geçti, onlarla hem bir dost, hem de hekim olarak ilgilendi. Peyami Safa'dan Necip Fazıl'a, Nihal Atsız'dan Rıfat Ilgaz'a kadar, çok sayıda edebiyat adamıyla yakın dostluk ilişkileri vardı. Ve yanından hiç eksik etmediği fotoğraf makinesi, kamerası ve teybiyle sürekli bir belgeleme, belgelenmediği takdirde uçup gidecek anlık görüntüleri ve güzellikleri zamanın elinden çekip kurtarma telaşı içindeydi. Tanıdığı bütün ilim, edebiyat ve sanat adamlarının fotoğraflarını çeker ve düzenli bir biçimde arşivlerdi.
Ayhan Songar, kültürü nasıl bütün tarihîliğiyle tadıyor ve yaşıyorsa, modern teknolojiyi de o kadar yakından takip ediyordu. Mesela gelişen teknolojiye paralel olarak fotoğraf makinesini sürekli yenilemiş, fakat eskilerini atmayarak zengin bir koleksiyon vücuda getirmişti. Onun amatör bir müzisyen ve çok iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu dostları çok iyi bilirler. Müzik teorisiyle ilgilenir, ud çalar ve beste yapardı. Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun konserlerini onsuz düşünemezdiniz. Konserden beş on dakika önce en ön sıradaki yerini alır, bir yandan ön sıranın diğer sahipleriyle hoşbeş ederken, bir yandan da fotoğraf makinesini ve teybini hazırlardı.
Ayhan Songar, içimizde yabancı olarak dolaşanlardan değil, bizden biriydi, değerlerimizi paylaşır ve yaşardı. Kendisini dar ufkuna hapseden bir aydın yahut dar akademik cemaatin dışına çıkamayan bir bilim adamı değil, birçok vakıfta görev alarak insanlara faydalı olmak için çırpınan ve içinde yaşadığı toplumun nabzını tutabilmek için özel bir gayret sarfeden bir cemiyet adamı ve namazlarını hiç aksatmayan samimi bir dindardı. Cenaze namazında toplanan o muhşetem cemaati başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Ruhu şad olsun.
Ayhan Songar’ın sohbetleri olurdu. Katılanlar her zaman büyük zevk alır, uzun konuşmaları dinlemekten herkes kaçtığı halde, onun bilgi, tecrübe, esprilerle yüklü konuşmalarını, ne kadar uzatırsa uzatsın hiç kimse kaçmazdı. Gerçekten güzel konuşurdu; Türkçe hatası yapmadan sımsıkı sarar ve en anlaşılır biçimde anlatırdı. Konuştuğu İstanbul Türkçesiydi; kültürü, nezaketi, hâli tavrı hep İstanbullu. Çünkü annesi Fevziye Hanım İstanbulludur; üstelik II. Sultan Abdülhamid devrinde, Valide Sultan'ın yeğeni olarak dünyaya gelmiş, Sultan Reşad devrinde kendisi için çıkarılan bir irade-i seniyye ile Fransız mektebine devam ederken bir yandan da Tanburî Cemil Bey'den musiki dersleri almış saraylı bir hanım... Gönen'de doğan Ayhan Bey'in İstanbulluğu annesinden gelir. Mütareke yıllarında Ömer Canbulat Bey, yani Ayhan Songar'ın dedesi, ailesini alıp Gönen'e götürmüş, Karalar Çiftliği'ne yerleşerek Milli Mücadele boyunca Kuvay-ı Milliye için çalışmıştır. Savaş sona erdikten sonra bir gün Gönen'e genç bir yüzbaşı çıka gelir ve tam karşılarındaki eve yerleşir. Gelir gelmez muhtelif cephelerdeki kahramanlıkları dilden dile dolaşmaya başlayan Yüzbaşı Nazmi Bey, çok geçmeden Ömer Bey'in küçük kızı Fevziye'ye talip olur ve istemesi için dayısı (ve Mehmed Âkif'in en yakın arkadaşı) Eşref Edip Bey'i gönderir. Ömer Canbulat Bey, bütün soydaşları gibi yiğitlik ve kahramanlık sevdalısı bir Kafkasyalıdır; "Yüzbaşının atıyla kamçısı yeter!" diyerek hiç tereddüt etmeden evet deyiverir.
Bu evlilikten 10 Temmuz 1927'de dünyaya gelen ve Ayhan adı verilen çocuk, liseyi bitirinceye kadar, asker babası ve bütün meşakkatlere gönül rızasıyla katlanan saraylı annesiyle birlikte dört bir yanını dolaştığı Türkiye'yi çok yakından tanıyacak ve yaşadığı bu büyük tecrübe sayesinde ayakları hep bu topraklara basan bir hekim, bir fikir ve kültür adamı olarak kendini gösterecektir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1950 yılında mezun olur ve Bakırköy Akıl Hastanesi'ndeki Üniversite Psikiyatri Kliniği'nde asistanlık görevine başlar. O tarihte Psikiyatri dalında iki otorite vardır: Mazhar Osman Uzman ve Fahri Celal Göktulga. Bu iki değerli hoca sayesinde Psikiyatri Kliniği Ayhan Songar için sadece ruh hekimliği tahsil ettiği bir mektep değil, aynı zamanda bir tarih, medeniyet ve edebiyat ortamıdır. Zekası, dikkati, bilgisi ve çalışkanlığıyla çok geçmeden Mazhar Osman'ın dikkatini çeken ve en yakın dostu, en değerli yardımcısı haline gelen genç doktor, daha sonra tabir-i caizse, onun tahtına oturmuş ve adı tıpkı onun adı gibi efsaneleşmiştir.
Ayhan Songar, sadece bir hekim olsaydı şüphesiz böyle bir efsane haline gelemezdi. Mesleğinde dünya çapında bir isim olduğu tartışılamaz; ancak o, sadece bir hekim değil, aynı zamanda bir fikir, kültür ve sanat adamı ve güçlü bir yazardı. Hayatı hep sanat ve edebiyat adamlarıyla birlikte geçti, onlarla hem bir dost, hem de hekim olarak ilgilendi. Peyami Safa'dan Necip Fazıl'a, Nihal Atsız'dan Rıfat Ilgaz'a kadar, çok sayıda edebiyat adamıyla yakın dostluk ilişkileri vardı. Ve yanından hiç eksik etmediği fotoğraf makinesi, kamerası ve teybiyle sürekli bir belgeleme, belgelenmediği takdirde uçup gidecek anlık görüntüleri ve güzellikleri zamanın elinden çekip kurtarma telaşı içindeydi. Tanıdığı bütün ilim, edebiyat ve sanat adamlarının fotoğraflarını çeker ve düzenli bir biçimde arşivlerdi.
Ayhan Songar, kültürü nasıl bütün tarihîliğiyle tadıyor ve yaşıyorsa, modern teknolojiyi de o kadar yakından takip ediyordu. Mesela gelişen teknolojiye paralel olarak fotoğraf makinesini sürekli yenilemiş, fakat eskilerini atmayarak zengin bir koleksiyon vücuda getirmişti. Onun amatör bir müzisyen ve çok iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu dostları çok iyi bilirler. Müzik teorisiyle ilgilenir, ud çalar ve beste yapardı. Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun konserlerini onsuz düşünemezdiniz. Konserden beş on dakika önce en ön sıradaki yerini alır, bir yandan ön sıranın diğer sahipleriyle hoşbeş ederken, bir yandan da fotoğraf makinesini ve teybini hazırlardı.
Ayhan Songar, içimizde yabancı olarak dolaşanlardan değil, bizden biriydi, değerlerimizi paylaşır ve yaşardı. Kendisini dar ufkuna hapseden bir aydın yahut dar akademik cemaatin dışına çıkamayan bir bilim adamı değil, birçok vakıfta görev alarak insanlara faydalı olmak için çırpınan ve içinde yaşadığı toplumun nabzını tutabilmek için özel bir gayret sarfeden bir cemiyet adamı ve namazlarını hiç aksatmayan samimi bir dindardı. Cenaze namazında toplanan o muhşetem cemaati başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Ruhu şad olsun.