hacı bektaş-ı veli [email protected] 13/08/2019
Anadolu, mübarek vatan. Bir güzel Ağustos’ta bizim olmuştu. Anadolu’nun kilidi kırılmış, kapılar açılmıştı. Ve Türk’ün yüzlerce Ağustos’u bulan Anadolu yolculuğu, Anadolu macerası başlıyordu. Anadolu, mübarek Yurt. Alplerle feth edildi, Erenlerle seccade oldu. Bu uğurda, bu yolda Atayurt Türkistan’da Horasan’da Nur ocağında yananlar, Eren ocağında olgunlaşanlar, yeni Yurda, Anadolu’ya görevlendirildiler. Yüzlerce, binlerce, kılıç ehli gibi, yüzlerce, binlerce, nefes ehli Anadolu’ya aktı.
Hedef, bilek gücü, kılıç gücü ile alınan, Anadolu’da iman gücü ile inanç temizliği ile gönüllerde yer almak “Hak geldi, batıl zail oldu.” gerçeğini göstermekti. Ki onlar vizyon sahibi idiler. Ki onlar, gönül tahtımızda Horasan Erenleri diye yer aldılar.
Onlar Selçukilerde, sonra Osmanlıda devletin zirvesinden, Uç'taki son yerleşmeye kadar yer aldılar.
Ulular ulusu, Horasan Ocağının Piri Hoca Ahmet Yesevi'nin elçileri,müritleri olarak, işaret edildikleri yerlerde bıkmadan, yorulmadan, tebliğ ve irşad görevini yerine getirdiler. Onlar üçler-yediler-kırklar oldular. Anadolu'yu aydınlatmaya koştular. Anadolu'nun nurlu ışıkları oldular.
Bu haftaki konumuz işte bunlardan biri Hacı Bektaş-ı Veli'yi anacağız. Kaynak yine Horasan. Nişabur'da 1242'de doğdu. Adı Mehmet, baba adı İbrahim, Anası Hatem Hatun. Küçük yaşta Veliler Velisi, Hoca Ahmet Yesevi'nin halifelerinden Lokman Perende'ye teslim edilmiş, " Zahir ve batın terbiyesi" O'na emanet edilmişti. Hocasının elinde kısa zamanda büyük mesafeler alan Hacı Bektaş-ı Veli, olgunlaştı, kemâle erdi. Bektaş delikanlı kıvama erdiği demlerdi, artık onu kendi kendine bırakmak isteyen Lokman Perende Hac yoluna çıktı. Ayrılık ona acı geliyordu ama lazımdı. Arafat'ta diğer hacılarla beraber dururken birden aklına memleketi geldi. Yanındakilere "Kardeşler, bugün arefedir, bizim diyarda arefe günleri yemek yapılır. Pek de lezzetli olur." O böyle konuşurken, Şeyhinin arzusu Bektaş'a mâlum oldu. Gerçekten de Lokman Perende'nin kutlu evinde o demde yemek yapılıyordu. Bektaş sıcak yemeklerden birini aldı. Velayet eliyle Horasan'dan üstadına uzattı: " Buyur Şeyhim" dedi.
Lokman Perende hac dönüşü kendisini karşılayan büyük kalabalığın içinde elini uzattı ve " Merhaba ya Hacı Bektaş-ı Veli" diye seslendi. Bu ad ona bütün bir ebediyet için armağan edilmişti. Delikanlı Bektaş'a, mürşidi tarafından hacılık payesi verilince O, birdenbire meşhur oldu, adı dillerde dolaşmaya başladı. Pirinin piri Hoca Ahmet Yesevi ile buluşup konuşması işte bu cümlelere rastlar.
Tarihler, bu buluşmanın gerçekte mi, yoksa mana aleminde mi, geçtiğinde anlaşamıyorlar. Çünkü, artık biliyoruz, o devirlerde efsanelerle gerçekler birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe, sarmaş dolaş… Ve kimse önem verip de takvimlere bugünkü kadar bağlanmamış, bu yüzden, ululardan bir ulu hangi yılda doğmuş, bunu yanlışsız bilmek imkansız. Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi’nin gününe erişti mi, erişmedi mi? Bunu uzmanlar araştıradursunlar, Hacı Bektaş-ı Veli, bir süre Ahmet Yesevi’nin ışığı ile ışıklandıktan sonra da Anadolu’nun yolları gösterilir. Hatırlayınız, Hoca Ahmet Yesevi atamız ocağında yanan odunlardan her birini, bir Veli’nin adına Diyar-ı Rum’a fırlatıp atmış ve herkes nasibinin ardına düşerek yola çıkmış, odun nereye düşmüşse ateşi orada uyandırmıştı.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Türkistan zaviyesinde görevi tamamlandığı dem de, pirinin piri, huzurunda tutmuş, yanan ocaktan bir odun alıp velayet kuvvetiyle Rum diyarına fırlatmış ve : “Ya Bektaş! Her kande bu köseği düşer ise senin yerin anda olsa gerektir!” demiştir.
Az sonra, sanki köseğinin düştüğü yerden kendisine haber ulaşmış gibi Bektaş’a seslenmişti: “ Suluca Karacahöyük’ü sana yurt verdik. Artık burada oyalanma, Rum’a revan olup yürü!”
Hacı Bektaş, emre uyup yola koyuldu. Hiçbir yerde oyalanamazdı. Ocaktan atılan ateş sanki kendi bağrına düşmüş gibiydi. İçinde bir yangın kabarmış, Rum’un hasretiyle tutuşmuştu.
Bektaş-ı Veli, yola çıktı. İlk konak Necef’ti. Necef’ten Mekke’ye geldi. Orada üç yıl kaldı. Medine’ye geçti. Sonra sırasıyla Kudüs-Şam-Halep konakladı. Sıcak bir Ağustos sabahı Suluca Karacahöyük’e geldi. İşte geliş o geliş, başlar irşad, başlar tebliğ. Şöhreti dalga dalga kabarıp Suluca Karacahöyük’ten aşmış, taşmıştı. Bütün Anadolu ondan bahsediyordu.
Ancak o sırada vakit, Anadolu’nun toparlanma vaktidir. Osmanlı’nın küçücük bir fidan iken serpilip, çınar olma vaktidir. Taht Osman Gazi’den Orhan Gazi’ye devrolmuştur. Artık Bursa başkenttir. Sıra İzmit ve ardından Bizans’tır. Fakat imtihan çetindir. Orhan Gazi, kardeşi Alaaddin ve bil cümle ulular, meraktadır, heyecandadır. Çünkü görev büyük, engel İzmit, engel Bizans’tır. Aşılması gerektir. Bizans İmparatorunun da ordusuyla Anadolu’ya geçtiği haberi gelmiştir. Kuvvet azdır, çelimsizdir, manevi bir nefesin duası lazımdır. O sırada Hacı Bektaş-ı Veli, dalga dalga kabarmış, bütün Anadolu’yu sarmıştır. Duasını almak, feyzinden istifade için Orhan Gazi kardeşi Alaaddin ile ordusuyla Suluca Karacahöyük’e gider ve huzura kabulünü ister. Hacı Bektaş-ı Veli: “Orhan Bey’im, biliyorum ki maksadınız kuru cihangirlik değil, Allah’ın Rızası. Siz Allah’ın rızasına talip oldukça, cihan size az gelir. Maksadı Allah olan bir Sultan’a bu kuvvet, bu ordu, yeter de artar bile. Hedefin İzmit, hedefin Bizans, Kızıl elman Avrupa’dır."
Sonra da yanındaki askerin sırtını sıvazlar: “Ey İslâm askeri, tarih sizleri bekliyor, Beyliğinizin küçüklüğüne bakmayın, Sultan ve komutanlarınıza itaat eder, Allah’ın emrine uyarsanız, Rabbiniz sizi aziz ve başkalarına hakim kılar. Hedefin daima Bizans ve küffar olsun, İzmit muhakkak fethedilecek, Cenab-ı Hak, niyetlerinizi güzel, kılıcınızı keskin, ocağınızı daim eylesin. Adınız Yeniçeri olsun, yolunuz açık olsun.” der. İşte İzmit bu dualar ile alınır.
Osmanlı tahtına oturan her padişah, yanına Horasan nefesli, bir aksakallı almış, onların dualarıyla o küçük çınar, ulu bir çınar olmuş, üç kıtada söz sahibi olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin ünü yaşadığı çağda nasıl dalga dalga yayılmış, bütün Anadolu’yu sarmışsa, bugün de hâlâ aynı tazelikte adından bahsettiriyor, mübarek insan devlet ricalinin bulunduğu törenlerde anılan bu büyük Veli, hissesini alan gönülleri hala aydınlatmaya devam ediyor.
Hacı Bektaş-ı Veli, belki yalnız büyük kalabalıkların kendisine gösterdiği aşırı sevgi ve bağlılık yüzünden, hayatı karanlıklara gömülmüş bir uludur. Sevgi bağlılık tadında güzel. Ancak böyle bir duygu aşılırsa, her zümre, onu kendine mal etmek istemiş, onu kendinden görmüş, göstermiş, bunun için şahsiyetine ve hayatına dair bir çok şey anlatmış, yazmış, çizmiş, iddia etmiştir. Bu suretle, Hacı Bektaş-ı Veli’nin gerçek yüzü karanlıklar içindedir.
Bu dünyada hakkında en çok konuşulan büyüklerden biri odur. Bir yanda onu sevip, onu kendinden bilenler, ya da onun şanı gölgesine sığınanlar, bildikleri gibi yaşamak isteyenler işi şirazesinden çıkarmışlardır. Diğer yanda ise ona karşı çıkanlar türemiştir. Bu yüzden de, her büyük insan gibi O da bir yandan göklere çıkarılmış, bir yandan taşlanmıştır. Kâh uğruna gazalara girilmiş, kâh aleyhine bayrak açılmıştır.
Asırlar, onu didiklemekten, hem de yüceltmekten usanmamış, bir yanda cihada çıkan erlere bayraklık etmiş, bir yanda ferman sahipleri küfrüne ferman bağlamıştır. O, halledilemeyen bilmeceler misali etrafı kâh dalgalandırıp, kâh durulturken, bulanıp durulmayan, bir kararda kalan, gene de sadece kendisi olmuş, dünya onun şahsi paklığına bir kir, bir toz konduramamıştır.
- -o O o- -
Allah-ü Tealâ bir kısım kullarını, bir kısım kulları eli ile hidayete kavuşturuyor. Yol kesici sadece dağdaki eşkıya değildir. İnsanların hidayet ve saadetinin önü kesilmemeli, itikadı bozuk olmak, en büyük nasipsizliktir.
- -o O o- -
Dervişlik hırkada, taçda değildir.
Hararet nardadır, saçda değildir.
Her he arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.
- -o O o- -
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin sözünden çıkma,
Eğer insan isen ölmezsin korkma,
Aşığı kurt yemez, uc’da değildir.
- -o O o- -
Makalat isimli eserinde bizlere bakın neler diyor:
- İman, Allah’a, Peygamberlerine, Kıyamet gününe, Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmaktır.
- İman, Dil ile lkrar, kalp ile tasdiktir. Dili ile söylemeyen imansız, dili ile söylediği halde kalbi ile tasdik etmeyen münafıktır. Münafıklar, cehennemin en şiddetli yeri olan, en alt katında yanacaklardır.
- Öfkenin, vücuttaki yeri başla beyin arasındadır. İnsan öfkelenince akıl baştan çıkar. Tamahın yani mala düşkünlüğün yeri yüzün üst tarafıdır. Burası aynı zamanda hayanın da yeridir. İnsanı tamah kaplayınca haya yüzden kaybolup gider. Hased çekememezliğin yeri ise, göğsün içidir. Burası ilmin de yuvasıdır. Göğüs hasedle dolunca, ilim insanı terk eder. İlimsiz insan cahil olur. Cahil hata üstüne hata işler.
- Mümin, günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak, imkânı varsa zekat vermek, hacca gitmekle mükelleftir.
- Mümin, gusül abdesti almak, helal rızık kazanmak ve faizi haram bilmekle mükelleftir. Mümin şevkat ve merhamet sahibidir. Mümin temiz giyinir ve temiz yer. Mümin Allah’ın emir ve yasaklarını başka müminlere de bildirir. Mümin, ehli sünnet vel cemaat ehlinden olur.
- Son Peygamber, Muhammed Aleyhisselamdır. Bu şanlı peygamberin dört büyük halifesi vardır. Bunları hilafet sıralarına göre sevmek şarttır. Ashab-ı Kiram'ın hepsini sevmek ve aralarında cereyan eden meselelerine karışmamak lazımdır. Peygamberimizin arkadaşları, olan Ashab-ı Kiram gökteki yıldızlar gibi yol göstericidir. Kim hangisine tutunursa kurtulur.
Böyle diyor, Hacı Bektaş-ı Veli. Biz bir şey eklemedik.
Onun duasıyla alınan Vatanda
Onun nefesiyle gönüller aydınlık hala
hissesini alabilenlere..
Hedef, bilek gücü, kılıç gücü ile alınan, Anadolu’da iman gücü ile inanç temizliği ile gönüllerde yer almak “Hak geldi, batıl zail oldu.” gerçeğini göstermekti. Ki onlar vizyon sahibi idiler. Ki onlar, gönül tahtımızda Horasan Erenleri diye yer aldılar.
Onlar Selçukilerde, sonra Osmanlıda devletin zirvesinden, Uç'taki son yerleşmeye kadar yer aldılar.
Ulular ulusu, Horasan Ocağının Piri Hoca Ahmet Yesevi'nin elçileri,müritleri olarak, işaret edildikleri yerlerde bıkmadan, yorulmadan, tebliğ ve irşad görevini yerine getirdiler. Onlar üçler-yediler-kırklar oldular. Anadolu'yu aydınlatmaya koştular. Anadolu'nun nurlu ışıkları oldular.
Bu haftaki konumuz işte bunlardan biri Hacı Bektaş-ı Veli'yi anacağız. Kaynak yine Horasan. Nişabur'da 1242'de doğdu. Adı Mehmet, baba adı İbrahim, Anası Hatem Hatun. Küçük yaşta Veliler Velisi, Hoca Ahmet Yesevi'nin halifelerinden Lokman Perende'ye teslim edilmiş, " Zahir ve batın terbiyesi" O'na emanet edilmişti. Hocasının elinde kısa zamanda büyük mesafeler alan Hacı Bektaş-ı Veli, olgunlaştı, kemâle erdi. Bektaş delikanlı kıvama erdiği demlerdi, artık onu kendi kendine bırakmak isteyen Lokman Perende Hac yoluna çıktı. Ayrılık ona acı geliyordu ama lazımdı. Arafat'ta diğer hacılarla beraber dururken birden aklına memleketi geldi. Yanındakilere "Kardeşler, bugün arefedir, bizim diyarda arefe günleri yemek yapılır. Pek de lezzetli olur." O böyle konuşurken, Şeyhinin arzusu Bektaş'a mâlum oldu. Gerçekten de Lokman Perende'nin kutlu evinde o demde yemek yapılıyordu. Bektaş sıcak yemeklerden birini aldı. Velayet eliyle Horasan'dan üstadına uzattı: " Buyur Şeyhim" dedi.
Lokman Perende hac dönüşü kendisini karşılayan büyük kalabalığın içinde elini uzattı ve " Merhaba ya Hacı Bektaş-ı Veli" diye seslendi. Bu ad ona bütün bir ebediyet için armağan edilmişti. Delikanlı Bektaş'a, mürşidi tarafından hacılık payesi verilince O, birdenbire meşhur oldu, adı dillerde dolaşmaya başladı. Pirinin piri Hoca Ahmet Yesevi ile buluşup konuşması işte bu cümlelere rastlar.
Tarihler, bu buluşmanın gerçekte mi, yoksa mana aleminde mi, geçtiğinde anlaşamıyorlar. Çünkü, artık biliyoruz, o devirlerde efsanelerle gerçekler birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe, sarmaş dolaş… Ve kimse önem verip de takvimlere bugünkü kadar bağlanmamış, bu yüzden, ululardan bir ulu hangi yılda doğmuş, bunu yanlışsız bilmek imkansız. Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi’nin gününe erişti mi, erişmedi mi? Bunu uzmanlar araştıradursunlar, Hacı Bektaş-ı Veli, bir süre Ahmet Yesevi’nin ışığı ile ışıklandıktan sonra da Anadolu’nun yolları gösterilir. Hatırlayınız, Hoca Ahmet Yesevi atamız ocağında yanan odunlardan her birini, bir Veli’nin adına Diyar-ı Rum’a fırlatıp atmış ve herkes nasibinin ardına düşerek yola çıkmış, odun nereye düşmüşse ateşi orada uyandırmıştı.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Türkistan zaviyesinde görevi tamamlandığı dem de, pirinin piri, huzurunda tutmuş, yanan ocaktan bir odun alıp velayet kuvvetiyle Rum diyarına fırlatmış ve : “Ya Bektaş! Her kande bu köseği düşer ise senin yerin anda olsa gerektir!” demiştir.
Az sonra, sanki köseğinin düştüğü yerden kendisine haber ulaşmış gibi Bektaş’a seslenmişti: “ Suluca Karacahöyük’ü sana yurt verdik. Artık burada oyalanma, Rum’a revan olup yürü!”
Hacı Bektaş, emre uyup yola koyuldu. Hiçbir yerde oyalanamazdı. Ocaktan atılan ateş sanki kendi bağrına düşmüş gibiydi. İçinde bir yangın kabarmış, Rum’un hasretiyle tutuşmuştu.
Bektaş-ı Veli, yola çıktı. İlk konak Necef’ti. Necef’ten Mekke’ye geldi. Orada üç yıl kaldı. Medine’ye geçti. Sonra sırasıyla Kudüs-Şam-Halep konakladı. Sıcak bir Ağustos sabahı Suluca Karacahöyük’e geldi. İşte geliş o geliş, başlar irşad, başlar tebliğ. Şöhreti dalga dalga kabarıp Suluca Karacahöyük’ten aşmış, taşmıştı. Bütün Anadolu ondan bahsediyordu.
Ancak o sırada vakit, Anadolu’nun toparlanma vaktidir. Osmanlı’nın küçücük bir fidan iken serpilip, çınar olma vaktidir. Taht Osman Gazi’den Orhan Gazi’ye devrolmuştur. Artık Bursa başkenttir. Sıra İzmit ve ardından Bizans’tır. Fakat imtihan çetindir. Orhan Gazi, kardeşi Alaaddin ve bil cümle ulular, meraktadır, heyecandadır. Çünkü görev büyük, engel İzmit, engel Bizans’tır. Aşılması gerektir. Bizans İmparatorunun da ordusuyla Anadolu’ya geçtiği haberi gelmiştir. Kuvvet azdır, çelimsizdir, manevi bir nefesin duası lazımdır. O sırada Hacı Bektaş-ı Veli, dalga dalga kabarmış, bütün Anadolu’yu sarmıştır. Duasını almak, feyzinden istifade için Orhan Gazi kardeşi Alaaddin ile ordusuyla Suluca Karacahöyük’e gider ve huzura kabulünü ister. Hacı Bektaş-ı Veli: “Orhan Bey’im, biliyorum ki maksadınız kuru cihangirlik değil, Allah’ın Rızası. Siz Allah’ın rızasına talip oldukça, cihan size az gelir. Maksadı Allah olan bir Sultan’a bu kuvvet, bu ordu, yeter de artar bile. Hedefin İzmit, hedefin Bizans, Kızıl elman Avrupa’dır."
Sonra da yanındaki askerin sırtını sıvazlar: “Ey İslâm askeri, tarih sizleri bekliyor, Beyliğinizin küçüklüğüne bakmayın, Sultan ve komutanlarınıza itaat eder, Allah’ın emrine uyarsanız, Rabbiniz sizi aziz ve başkalarına hakim kılar. Hedefin daima Bizans ve küffar olsun, İzmit muhakkak fethedilecek, Cenab-ı Hak, niyetlerinizi güzel, kılıcınızı keskin, ocağınızı daim eylesin. Adınız Yeniçeri olsun, yolunuz açık olsun.” der. İşte İzmit bu dualar ile alınır.
Osmanlı tahtına oturan her padişah, yanına Horasan nefesli, bir aksakallı almış, onların dualarıyla o küçük çınar, ulu bir çınar olmuş, üç kıtada söz sahibi olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin ünü yaşadığı çağda nasıl dalga dalga yayılmış, bütün Anadolu’yu sarmışsa, bugün de hâlâ aynı tazelikte adından bahsettiriyor, mübarek insan devlet ricalinin bulunduğu törenlerde anılan bu büyük Veli, hissesini alan gönülleri hala aydınlatmaya devam ediyor.
Hacı Bektaş-ı Veli, belki yalnız büyük kalabalıkların kendisine gösterdiği aşırı sevgi ve bağlılık yüzünden, hayatı karanlıklara gömülmüş bir uludur. Sevgi bağlılık tadında güzel. Ancak böyle bir duygu aşılırsa, her zümre, onu kendine mal etmek istemiş, onu kendinden görmüş, göstermiş, bunun için şahsiyetine ve hayatına dair bir çok şey anlatmış, yazmış, çizmiş, iddia etmiştir. Bu suretle, Hacı Bektaş-ı Veli’nin gerçek yüzü karanlıklar içindedir.
Bu dünyada hakkında en çok konuşulan büyüklerden biri odur. Bir yanda onu sevip, onu kendinden bilenler, ya da onun şanı gölgesine sığınanlar, bildikleri gibi yaşamak isteyenler işi şirazesinden çıkarmışlardır. Diğer yanda ise ona karşı çıkanlar türemiştir. Bu yüzden de, her büyük insan gibi O da bir yandan göklere çıkarılmış, bir yandan taşlanmıştır. Kâh uğruna gazalara girilmiş, kâh aleyhine bayrak açılmıştır.
Asırlar, onu didiklemekten, hem de yüceltmekten usanmamış, bir yanda cihada çıkan erlere bayraklık etmiş, bir yanda ferman sahipleri küfrüne ferman bağlamıştır. O, halledilemeyen bilmeceler misali etrafı kâh dalgalandırıp, kâh durulturken, bulanıp durulmayan, bir kararda kalan, gene de sadece kendisi olmuş, dünya onun şahsi paklığına bir kir, bir toz konduramamıştır.
- -o O o- -
Allah-ü Tealâ bir kısım kullarını, bir kısım kulları eli ile hidayete kavuşturuyor. Yol kesici sadece dağdaki eşkıya değildir. İnsanların hidayet ve saadetinin önü kesilmemeli, itikadı bozuk olmak, en büyük nasipsizliktir.
- -o O o- -
Dervişlik hırkada, taçda değildir.
Hararet nardadır, saçda değildir.
Her he arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.
- -o O o- -
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma,
Gerçek erenlerin sözünden çıkma,
Eğer insan isen ölmezsin korkma,
Aşığı kurt yemez, uc’da değildir.
- -o O o- -
Makalat isimli eserinde bizlere bakın neler diyor:
- İman, Allah’a, Peygamberlerine, Kıyamet gününe, Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmaktır.
- İman, Dil ile lkrar, kalp ile tasdiktir. Dili ile söylemeyen imansız, dili ile söylediği halde kalbi ile tasdik etmeyen münafıktır. Münafıklar, cehennemin en şiddetli yeri olan, en alt katında yanacaklardır.
- Öfkenin, vücuttaki yeri başla beyin arasındadır. İnsan öfkelenince akıl baştan çıkar. Tamahın yani mala düşkünlüğün yeri yüzün üst tarafıdır. Burası aynı zamanda hayanın da yeridir. İnsanı tamah kaplayınca haya yüzden kaybolup gider. Hased çekememezliğin yeri ise, göğsün içidir. Burası ilmin de yuvasıdır. Göğüs hasedle dolunca, ilim insanı terk eder. İlimsiz insan cahil olur. Cahil hata üstüne hata işler.
- Mümin, günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak, imkânı varsa zekat vermek, hacca gitmekle mükelleftir.
- Mümin, gusül abdesti almak, helal rızık kazanmak ve faizi haram bilmekle mükelleftir. Mümin şevkat ve merhamet sahibidir. Mümin temiz giyinir ve temiz yer. Mümin Allah’ın emir ve yasaklarını başka müminlere de bildirir. Mümin, ehli sünnet vel cemaat ehlinden olur.
- Son Peygamber, Muhammed Aleyhisselamdır. Bu şanlı peygamberin dört büyük halifesi vardır. Bunları hilafet sıralarına göre sevmek şarttır. Ashab-ı Kiram'ın hepsini sevmek ve aralarında cereyan eden meselelerine karışmamak lazımdır. Peygamberimizin arkadaşları, olan Ashab-ı Kiram gökteki yıldızlar gibi yol göstericidir. Kim hangisine tutunursa kurtulur.
Böyle diyor, Hacı Bektaş-ı Veli. Biz bir şey eklemedik.
Onun duasıyla alınan Vatanda
Onun nefesiyle gönüller aydınlık hala
hissesini alabilenlere..