II. Abdülhamid [email protected] 06/02/2018
Bugün sizlerle bir büyük insanı anacağız. 10.02.1918’de vefat eden Padişah II.Abdülhamid’i anacağız.
Daha henüz şehzade iken çok iyi bir tahsil görerek, dini ilimleri ve o günün konuşulan Avrupa dillerini öğrendi. Padişah amcası Abdülaziz döneminde Mısır ve Avrupa seyahatlerine katılır. O günün Avrupa’sını gören, İslâm dünyasını öğrenen ve Abdülaziz’in şehadetinden sonra V. Murat’ın da akli dengesinin yerinde olmayışı yüzünden tahttan indirilince, padişah seçilirse meşrutiyeti ilân edeceğine söz verince tahta oturtulur. Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalım halindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüştü. Bosna-Hersek ve Girit’ de ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. 1876 Aralık böyle bir ortamda meşrutiyeti karşıladı. Ancak Osmanlı tarihini inceleyenler iyi bilirler, meşruti yönetim çok milletli, toplum yapısına sahip Osmanlı’da, gayri müslimlerin azmasına, bağımsızlık isteklerinin ayyuka çıkmasına, seslerinin daha çok çıkmasına sebep olur. Bu arada devlet ricalinin meşrutiyetle uğraşmasını fırsat bilen Rusya, Osmanlı Devleti’ne iki cepheden savaş açar. Tarihlerimiz bu savaşa 93 Moskof harbi der. Osmanlı Devleti için bu savaş tam bir felakettir. Ruslar İstanbul önlerine kadar gelir, bir milyondan fazla soydaşımız, Bulgaristan'dan yollara düşer, göçmen olur. Sultan Abdülhamid ateşkes ister. Devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren bu kötü gidişi durdurur. Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı devleti, Balkanlardaki bir kısım toprağını, Kars'ı, Ardahan'ı, Batum'u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid, Kıbrıs'ın idaresini geçici olarak İngilizlere bırakmak şartıyla Berlin Konferansında kaybedilen toprakların bir kısmına tekrar sahip olur. Bu arada bu büyük felakete zemin hazırlayan Meşrutiyet kargaşasına son verir, Meclis-i Mebusanı kapatır. Büyük problemler karşısında bunalan Osmanlı Devleti, Abdülhamid'in dahiyane siyaseti, adaletli ve kudretli yönetimi sayesinde, yoluna dağılmadan devam eder. Memlekette büyük bir imar hareketi, eğitim-öğretim seferberliği başlatır. Çoğu yine şahsi parasından olmak üzere cami, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. toplam 1552 eser yaptırır. Ülkenin dört bir yanına demir yolu döşetir.
Padişah Abdülhamid’in başa geçişi Osmanlı Devletinin en buhranlı en karışık dönemidir. Zira Rusya'nın ve Avrupa Devletlerinin azdırdığı, üzerimize kışkırttığı, devlete isyan ettirdiği azınlıklar, iyice şımarmışlardır. Askerlik yapmadıkları, ilişkileri sebebiyle ithalat-ihracatla uğraşıp ticaretle iştigal ettikleri için de zengin olmuşlardır. Özellikle Yahudilerin, Filistin'de bir devlet kurma teşebbüsleri ayyuka çıkmış, hatta Padişahın huzuruna çıkarak, isteklerini fütursuzca söyleyecek kadar şımarmışlardı. Yahudi tüccar heyeti, nihayet padişaha şöyle demiştir: "Hünkârım Devlet-i Ali Osman'ın düştüğü durumu biliyoruz. Söyleyin bize ne kadar borcu varsa silelim. Biz ise karşılığında Filistin'i istiyoruz." diyebileceklerdir. Padişah bu heyete şöyle cevap verir: "Devlet-i Ali Osman'ın borcu yine Devlet-i Ali Osman tarafından ödenir. Ancak sizin isteğinize gelince Filistin eğer toprak olsaydı, benim tapulu mülküm olsaydı size karşılıksız hediye ederdim. Fakat istediğiniz Filistin, benim ecdadımın kan dökerek aldığı, bedeli canla ödenen vatandır. Vatan, para ile alınıp satılmaz. Bedeli kandır. Siz de bedelini kan dökerek ödersiniz, ancak öyle alabilirsiniz." demiştir. Böylece gerekli cevabı vermiş, aynı zamanda Filistin topraklarının Yahudilere satılmaması, ellerine geçmemesi için gerekli tedbirler aldı.
Doğu Anadolu’da işi azıtan bir diğer azınlık da Ermenilerdir. Ermenilere dur diyebilmek, Ermeni katliamlarını durdurabilmek için, meşhur Hamidiye Alaylarını kurar, yine o bölgenin insanlarından oluşan bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirir. Ermenileri, kan dökmekten alıkoyar, Suriye’ye tehcir kararı alır. Sürgün eder. Onlar, kan dökerek, katliam yaparak, sicillerini ortaya koyarlarken, Devletin başındaki Padişah Abdülhamid, onlara onların yaptığını yapmaz, yine Allah’ın emaneti insan muamelesi yapar. Onları kan dökemez hale getirmeyi düşünmüştür. Ancak yine aynı Ermeniler, bu kan dökmeyi sevmeyen Hakan’a “kızıl sultan” yaftasını yapıştırırlar. Avrupa’da ve özellikle Fransa’da bu iftira, bu yafta aynen kullanılır, sıfat gibi.
Devlet-i Ali Osman’ın başında bulunan Padişaha yakıştırılan “Kızıl Sultan” yaftasına inat, bir çoğunu cebinden gerçekleştirdiği 1552 adet hayır eseri ile cevap veriyor. Bugün bu eserler hala ayakta ve hizmette, mesela Darülaceze bunlardan sadece biri. Güçlü vakıf sistemi sayesinde ayakta kaldığı sürece Sultan’ın sadakayı cariyesi olmaya devam edecek.
Daha sonra İttat ve Terakki'nin baskısı ile 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyeti ilan eder. Böylece tam 30 yıl durmuş olan Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyetler, parçalama gayretleri, tekrar hızlanır. 31 Mart Vakası ile de önlemek elinde iken kan dökülmesin dediği için insiyatifi elinden kaçırmış, nihayet tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e sürgüne gönderildi. İttihat ve Terakki artık muteberdir. Bir süre sonra da yönetime el koyar ve partileşir. Yönetimde artık söz sahibidir. Selanik düştüğünde Abdülhamid, İstanbul'a getirilir ve Beylerbeyi Sarayında hapis tutulur. Bunca faziletlerine ek olarak biraz sert olabilseydi, biraz daha tahtta kalacak, belki de Osmanlı Devleti'nin yıkılışı önlenecekti. Meşrutiyeti takip eden 8-9 yıl içinde göz göre göre çatırdayıp koskoca İmparatorluk elden çıkmaya başladı.
Tarihler kaydetmiştir. Bir gün Enver ve Talat Paşa beraber Beylerbeyi Sarayına Abdülhamid'i ziyarete gelirler. Kendilerini karşılayan subay, Hakan'a haber vermeksizin yol gösterdiği için odasının kapısına kadar gelirler, kapı aralıktır. Hakan seccadesinde, elleri hacet dergahında duadadır. Enver ve Talat duayı kulakları ile duyarlar. "Allah'ım bana yapılanları, helal etmiyorum. Şahsıma yapıldığı için değil, Milletime yapıldığı için affetmiyorum. Milletime yapılan fenalıklardan yarın hesap gününde davacıyım." Enver Paşa donakalır, içeriye giremez, geriye döner, Talat Paşa'yı da kolundan tutarak sürükler gibi dışarı çıkarlar.
Talihsiz günler birbirini izler. Osmanlı, I. Dünya Harbine sürüklenmiştir. Harbin son yılı 1918 ve Allah, uçuruma sürüklenen milletinin çöküşünü Abdülhamid’e göstermez. O’nu Dolmabahçe önünde bayraklarıyla demirli işgal gemilerini seyretmekten korur. Hayatın bir başka yönü de bu.
10 Şubat 1918 öğleden sonrası hastalığı ilerlemiş Sultanı sıkıştırır.
Son sözü ALLAH olur.
Devlete ve Millete hizmette kendini feda edenlere Allah Rahmet Eylesin.
Daha henüz şehzade iken çok iyi bir tahsil görerek, dini ilimleri ve o günün konuşulan Avrupa dillerini öğrendi. Padişah amcası Abdülaziz döneminde Mısır ve Avrupa seyahatlerine katılır. O günün Avrupa’sını gören, İslâm dünyasını öğrenen ve Abdülaziz’in şehadetinden sonra V. Murat’ın da akli dengesinin yerinde olmayışı yüzünden tahttan indirilince, padişah seçilirse meşrutiyeti ilân edeceğine söz verince tahta oturtulur. Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalım halindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüştü. Bosna-Hersek ve Girit’ de ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. 1876 Aralık böyle bir ortamda meşrutiyeti karşıladı. Ancak Osmanlı tarihini inceleyenler iyi bilirler, meşruti yönetim çok milletli, toplum yapısına sahip Osmanlı’da, gayri müslimlerin azmasına, bağımsızlık isteklerinin ayyuka çıkmasına, seslerinin daha çok çıkmasına sebep olur. Bu arada devlet ricalinin meşrutiyetle uğraşmasını fırsat bilen Rusya, Osmanlı Devleti’ne iki cepheden savaş açar. Tarihlerimiz bu savaşa 93 Moskof harbi der. Osmanlı Devleti için bu savaş tam bir felakettir. Ruslar İstanbul önlerine kadar gelir, bir milyondan fazla soydaşımız, Bulgaristan'dan yollara düşer, göçmen olur. Sultan Abdülhamid ateşkes ister. Devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren bu kötü gidişi durdurur. Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı devleti, Balkanlardaki bir kısım toprağını, Kars'ı, Ardahan'ı, Batum'u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid, Kıbrıs'ın idaresini geçici olarak İngilizlere bırakmak şartıyla Berlin Konferansında kaybedilen toprakların bir kısmına tekrar sahip olur. Bu arada bu büyük felakete zemin hazırlayan Meşrutiyet kargaşasına son verir, Meclis-i Mebusanı kapatır. Büyük problemler karşısında bunalan Osmanlı Devleti, Abdülhamid'in dahiyane siyaseti, adaletli ve kudretli yönetimi sayesinde, yoluna dağılmadan devam eder. Memlekette büyük bir imar hareketi, eğitim-öğretim seferberliği başlatır. Çoğu yine şahsi parasından olmak üzere cami, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. toplam 1552 eser yaptırır. Ülkenin dört bir yanına demir yolu döşetir.
Padişah Abdülhamid’in başa geçişi Osmanlı Devletinin en buhranlı en karışık dönemidir. Zira Rusya'nın ve Avrupa Devletlerinin azdırdığı, üzerimize kışkırttığı, devlete isyan ettirdiği azınlıklar, iyice şımarmışlardır. Askerlik yapmadıkları, ilişkileri sebebiyle ithalat-ihracatla uğraşıp ticaretle iştigal ettikleri için de zengin olmuşlardır. Özellikle Yahudilerin, Filistin'de bir devlet kurma teşebbüsleri ayyuka çıkmış, hatta Padişahın huzuruna çıkarak, isteklerini fütursuzca söyleyecek kadar şımarmışlardı. Yahudi tüccar heyeti, nihayet padişaha şöyle demiştir: "Hünkârım Devlet-i Ali Osman'ın düştüğü durumu biliyoruz. Söyleyin bize ne kadar borcu varsa silelim. Biz ise karşılığında Filistin'i istiyoruz." diyebileceklerdir. Padişah bu heyete şöyle cevap verir: "Devlet-i Ali Osman'ın borcu yine Devlet-i Ali Osman tarafından ödenir. Ancak sizin isteğinize gelince Filistin eğer toprak olsaydı, benim tapulu mülküm olsaydı size karşılıksız hediye ederdim. Fakat istediğiniz Filistin, benim ecdadımın kan dökerek aldığı, bedeli canla ödenen vatandır. Vatan, para ile alınıp satılmaz. Bedeli kandır. Siz de bedelini kan dökerek ödersiniz, ancak öyle alabilirsiniz." demiştir. Böylece gerekli cevabı vermiş, aynı zamanda Filistin topraklarının Yahudilere satılmaması, ellerine geçmemesi için gerekli tedbirler aldı.
Doğu Anadolu’da işi azıtan bir diğer azınlık da Ermenilerdir. Ermenilere dur diyebilmek, Ermeni katliamlarını durdurabilmek için, meşhur Hamidiye Alaylarını kurar, yine o bölgenin insanlarından oluşan bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirir. Ermenileri, kan dökmekten alıkoyar, Suriye’ye tehcir kararı alır. Sürgün eder. Onlar, kan dökerek, katliam yaparak, sicillerini ortaya koyarlarken, Devletin başındaki Padişah Abdülhamid, onlara onların yaptığını yapmaz, yine Allah’ın emaneti insan muamelesi yapar. Onları kan dökemez hale getirmeyi düşünmüştür. Ancak yine aynı Ermeniler, bu kan dökmeyi sevmeyen Hakan’a “kızıl sultan” yaftasını yapıştırırlar. Avrupa’da ve özellikle Fransa’da bu iftira, bu yafta aynen kullanılır, sıfat gibi.
Devlet-i Ali Osman’ın başında bulunan Padişaha yakıştırılan “Kızıl Sultan” yaftasına inat, bir çoğunu cebinden gerçekleştirdiği 1552 adet hayır eseri ile cevap veriyor. Bugün bu eserler hala ayakta ve hizmette, mesela Darülaceze bunlardan sadece biri. Güçlü vakıf sistemi sayesinde ayakta kaldığı sürece Sultan’ın sadakayı cariyesi olmaya devam edecek.
Daha sonra İttat ve Terakki'nin baskısı ile 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyeti ilan eder. Böylece tam 30 yıl durmuş olan Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyetler, parçalama gayretleri, tekrar hızlanır. 31 Mart Vakası ile de önlemek elinde iken kan dökülmesin dediği için insiyatifi elinden kaçırmış, nihayet tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e sürgüne gönderildi. İttihat ve Terakki artık muteberdir. Bir süre sonra da yönetime el koyar ve partileşir. Yönetimde artık söz sahibidir. Selanik düştüğünde Abdülhamid, İstanbul'a getirilir ve Beylerbeyi Sarayında hapis tutulur. Bunca faziletlerine ek olarak biraz sert olabilseydi, biraz daha tahtta kalacak, belki de Osmanlı Devleti'nin yıkılışı önlenecekti. Meşrutiyeti takip eden 8-9 yıl içinde göz göre göre çatırdayıp koskoca İmparatorluk elden çıkmaya başladı.
Tarihler kaydetmiştir. Bir gün Enver ve Talat Paşa beraber Beylerbeyi Sarayına Abdülhamid'i ziyarete gelirler. Kendilerini karşılayan subay, Hakan'a haber vermeksizin yol gösterdiği için odasının kapısına kadar gelirler, kapı aralıktır. Hakan seccadesinde, elleri hacet dergahında duadadır. Enver ve Talat duayı kulakları ile duyarlar. "Allah'ım bana yapılanları, helal etmiyorum. Şahsıma yapıldığı için değil, Milletime yapıldığı için affetmiyorum. Milletime yapılan fenalıklardan yarın hesap gününde davacıyım." Enver Paşa donakalır, içeriye giremez, geriye döner, Talat Paşa'yı da kolundan tutarak sürükler gibi dışarı çıkarlar.
Talihsiz günler birbirini izler. Osmanlı, I. Dünya Harbine sürüklenmiştir. Harbin son yılı 1918 ve Allah, uçuruma sürüklenen milletinin çöküşünü Abdülhamid’e göstermez. O’nu Dolmabahçe önünde bayraklarıyla demirli işgal gemilerini seyretmekten korur. Hayatın bir başka yönü de bu.
10 Şubat 1918 öğleden sonrası hastalığı ilerlemiş Sultanı sıkıştırır.
Son sözü ALLAH olur.
Devlete ve Millete hizmette kendini feda edenlere Allah Rahmet Eylesin.