dünya çevre günü [email protected] 02/06/2020
Bu salı konumuz Çevre üzerine olacak. Çünkü bu hafta, tüm dünyada dikkatlerin çevreye çekildiği hafta. Birleşmiş Milletler, 5 Haziran gününü Dünya Çevre Günü olarak kabul etti. Neden? Çünkü, önem vermediğimiz Çevre, artık insanları rahatsız ediyor, artık tedbir alınmasına mecbur ediyor.
Çevre konusuna, dokunmadan, değinmeden duramıyorum. Bütün uyarılara rağmen insanların hatta devletlerin gereken duyarlılığı göstermediklerinin üzüntüsü ve endişesi içindeyiz. Oysa, çevrenin önemini ve rolünü tartışmaya bile gerek yok. Denilebilir ki, Çevre sevgisi, Yüce Allah’ın İnsanlığa bağışladığı bir haslet.
Dünya Çevre Günü artık, aranır oldu. Hemen hemen her akşam haberlerde yüreğimiz ağzımıza gelmiyor mu? Cennet Yurdumuzun, cennet köşelerinden cehennem haberleri, cennet olmaktan çıkardığımız kendi elimizle cehenneme çevirdiğimiz, felâket haberleri gelmiyor mu? Bir akşam orman yangını; bir akşam sel felâketi haberi. Bu haberler, kullanmasını bilmediğimiz tabiatın intikamı. Dünya insanoğlunun kendisine yaptığını, yanına bırakmıyor, cezalandırıyor. Kendisine yapılanların faturasını felâketlerle zengin fakir ayırt etmeden insanoğluna çok ağır bedellerle ödetiyor.
Dünya Çevre Gününde fert fert, tek tek kendimizi yetiştirmemiz, bilgilendirmemiz gerekiyor. Sonra çevremizle ilgilenmemiz gerekiyor, sorumsuzlara uyarıda bulunmamız gerekiyor, tepkide bulunmamız gerekiyor.
Dünya 21.Yy’ın eşiğinde insanoğlunun kendi elleriyle yaptığı doğal tahribatın bedelini ödemekle karşıya karşıya:
- Ozon delinmesi, - Erozyon, - Nüfus artışı, -Suların azalması, -Asit yağmuru,
- Aşırı ısınma, - Balıkların azalması, -Ekolojik gerileme -Nükleer atıklar, -Ormanların azalması Hızla felâkete doğru giderken, Tema, Doğal hayatı koruma Derneği gibi gönüllü kuruluşlar kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Hedef: Çevre bilinci oluşturmak, Tehlikelere karşı dikkat çekerek çevre sevgisi oluşturmak. Sonuca ulaşmak ise ancak hayat boyu eğitim ile mümkündür. Her alanda olduğu gibi Çevre konusunda Eğitimin çerçevesi oluşturulmalı ve kültür düzeyi yüksek toplum ile işimiz daha kolay.
Soralım kendimize, Cennet Anadolu, Zümrüt yeşili ormanlar gibi, tertemiz pınarlar gibi, gönülleri gibi tertemiz insanlarla doluydu. Bizim kültürümüzde, her şey ruh temizliğine, beden temizliğine, çevre temizliğine dayanır. Ruh temizliği mi diyorsunuz? Bizim kültürümüzde yalan, iftira, kıskançlık, dedikodu, şiddetle yasaklanmıştır. Dedikodu yapmak, ölü eti yemekle eş tutulmuştur. Beden temizliği mi diyorsunuz? İşte size 5 vakit abdest alma mecburiyeti, işte size her cami yanında hamam ama mutlaka şadırvan... Şırıl şırıl sürekli su akar musluklardan, sabun kokardık mis gibi... Çevre temizliği mi diyorsunuz? Bizim kültürümüzde, nasıl ki namaz kılınan yerin temiz olması gerekirse, dünya da namaz kılınan yer kabul edilir, her yer, her taraf, her yan temiz, tertemiz tutulur. Bizim kültürümüzde, yere tükürmek, sümkürmek yasaktır. Çağ açan, çağ kapayan, Fatih Sultan Mehmet bu konuda da önde gidiyor, ferman yayınlamış, demiş ki, “Ben ki, Murat oğlu Mehmet Han, Ben ki, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, bizzat alın terimle kazandığım parayla satın aldığım İstanbul’un taşlık mevkiindeki 136 adet dükkânımı, aşağıdaki şartlarda vakfediyorum. Şöyle ki, bu gayrimenküllerden elde edilecek gelirle, İstanbul’un her sokağında, ikişer kişi görevlendirile, bunlar ellerinde içinde kireç tozu ve kömür bulunan kaplarla, günün her saatinde, sokakları dolaşalar, bu sokaklarda yere tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozdan serpeler, bunun karşılığında da, 20 akçe yevmiye alalar. Ayrıca 20 doktor, 53 sağlık görevlisi, her ay İstanbul’daki evleri dolaşarak, evde hasta olup olmadığını soralar, hastaları tedavisi evde ise evde, değilse şifahaneye kaldırarak tedavi edeler.” İşte Fatih, işte ferman... Bizim kültürümüzde eve ayakkabı ile girilmez, sokağın pisliği eve taşınmazdı. Sokağa hiçbir şey atılmazdı. Varsa atılmış olan alınır, bir zararsız köşeye konurdu, diğer insanlara zarar vermesin diye, sadakayı cariye niyetiyle... Hele hele sokağa kağıt atılmazdı günah diye, kıymetli sayıldığı, israf sayıldığı, değer verildiği için ... Hele hele sokağa ekmek hiç mi hiç atılmazdı. Görülmüşse bir lokma ekmek, alınır hemen, öpülür baş tacı yapılırdı, yüksekçe bir yerin üzerine konurdu, kuşlar yesin diye... O kadar çok ki söyleyeceğimiz söz... İşin özünü kaçırıyoruz gözden...
Çevre kirliliği galiba bizim birbirimizi unutmamızdan olsa gerek. Oysa bizim dünyaların sığmadığı kalplerimizde hasletlerimiz vardı. Ahde vefa, verilen sözde durma, sevgi saygı hoşgörü ziynetimizdi, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Hadis-i kutsi düsturunca yaşardık, derde derman olmaya özenirdik, kedere ortak olmaya dikkat ederdik, sevinçler paylaşılınca artar bilirdik.
Millet olmanın tadını beraber yaşamamızın mutluluğunu hissettiğimiz, yalnız kendimizi değil; kendimizi başkalarıyla beraber düşündüğümüzde Çevre kirlenmez, insan ilişkileri de...
Çevre konusuna, dokunmadan, değinmeden duramıyorum. Bütün uyarılara rağmen insanların hatta devletlerin gereken duyarlılığı göstermediklerinin üzüntüsü ve endişesi içindeyiz. Oysa, çevrenin önemini ve rolünü tartışmaya bile gerek yok. Denilebilir ki, Çevre sevgisi, Yüce Allah’ın İnsanlığa bağışladığı bir haslet.
Dünya Çevre Günü artık, aranır oldu. Hemen hemen her akşam haberlerde yüreğimiz ağzımıza gelmiyor mu? Cennet Yurdumuzun, cennet köşelerinden cehennem haberleri, cennet olmaktan çıkardığımız kendi elimizle cehenneme çevirdiğimiz, felâket haberleri gelmiyor mu? Bir akşam orman yangını; bir akşam sel felâketi haberi. Bu haberler, kullanmasını bilmediğimiz tabiatın intikamı. Dünya insanoğlunun kendisine yaptığını, yanına bırakmıyor, cezalandırıyor. Kendisine yapılanların faturasını felâketlerle zengin fakir ayırt etmeden insanoğluna çok ağır bedellerle ödetiyor.
Dünya Çevre Gününde fert fert, tek tek kendimizi yetiştirmemiz, bilgilendirmemiz gerekiyor. Sonra çevremizle ilgilenmemiz gerekiyor, sorumsuzlara uyarıda bulunmamız gerekiyor, tepkide bulunmamız gerekiyor.
Dünya 21.Yy’ın eşiğinde insanoğlunun kendi elleriyle yaptığı doğal tahribatın bedelini ödemekle karşıya karşıya:
- Ozon delinmesi, - Erozyon, - Nüfus artışı, -Suların azalması, -Asit yağmuru,
- Aşırı ısınma, - Balıkların azalması, -Ekolojik gerileme -Nükleer atıklar, -Ormanların azalması Hızla felâkete doğru giderken, Tema, Doğal hayatı koruma Derneği gibi gönüllü kuruluşlar kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Hedef: Çevre bilinci oluşturmak, Tehlikelere karşı dikkat çekerek çevre sevgisi oluşturmak. Sonuca ulaşmak ise ancak hayat boyu eğitim ile mümkündür. Her alanda olduğu gibi Çevre konusunda Eğitimin çerçevesi oluşturulmalı ve kültür düzeyi yüksek toplum ile işimiz daha kolay.
Soralım kendimize, Cennet Anadolu, Zümrüt yeşili ormanlar gibi, tertemiz pınarlar gibi, gönülleri gibi tertemiz insanlarla doluydu. Bizim kültürümüzde, her şey ruh temizliğine, beden temizliğine, çevre temizliğine dayanır. Ruh temizliği mi diyorsunuz? Bizim kültürümüzde yalan, iftira, kıskançlık, dedikodu, şiddetle yasaklanmıştır. Dedikodu yapmak, ölü eti yemekle eş tutulmuştur. Beden temizliği mi diyorsunuz? İşte size 5 vakit abdest alma mecburiyeti, işte size her cami yanında hamam ama mutlaka şadırvan... Şırıl şırıl sürekli su akar musluklardan, sabun kokardık mis gibi... Çevre temizliği mi diyorsunuz? Bizim kültürümüzde, nasıl ki namaz kılınan yerin temiz olması gerekirse, dünya da namaz kılınan yer kabul edilir, her yer, her taraf, her yan temiz, tertemiz tutulur. Bizim kültürümüzde, yere tükürmek, sümkürmek yasaktır. Çağ açan, çağ kapayan, Fatih Sultan Mehmet bu konuda da önde gidiyor, ferman yayınlamış, demiş ki, “Ben ki, Murat oğlu Mehmet Han, Ben ki, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, bizzat alın terimle kazandığım parayla satın aldığım İstanbul’un taşlık mevkiindeki 136 adet dükkânımı, aşağıdaki şartlarda vakfediyorum. Şöyle ki, bu gayrimenküllerden elde edilecek gelirle, İstanbul’un her sokağında, ikişer kişi görevlendirile, bunlar ellerinde içinde kireç tozu ve kömür bulunan kaplarla, günün her saatinde, sokakları dolaşalar, bu sokaklarda yere tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozdan serpeler, bunun karşılığında da, 20 akçe yevmiye alalar. Ayrıca 20 doktor, 53 sağlık görevlisi, her ay İstanbul’daki evleri dolaşarak, evde hasta olup olmadığını soralar, hastaları tedavisi evde ise evde, değilse şifahaneye kaldırarak tedavi edeler.” İşte Fatih, işte ferman... Bizim kültürümüzde eve ayakkabı ile girilmez, sokağın pisliği eve taşınmazdı. Sokağa hiçbir şey atılmazdı. Varsa atılmış olan alınır, bir zararsız köşeye konurdu, diğer insanlara zarar vermesin diye, sadakayı cariye niyetiyle... Hele hele sokağa kağıt atılmazdı günah diye, kıymetli sayıldığı, israf sayıldığı, değer verildiği için ... Hele hele sokağa ekmek hiç mi hiç atılmazdı. Görülmüşse bir lokma ekmek, alınır hemen, öpülür baş tacı yapılırdı, yüksekçe bir yerin üzerine konurdu, kuşlar yesin diye... O kadar çok ki söyleyeceğimiz söz... İşin özünü kaçırıyoruz gözden...
Çevre kirliliği galiba bizim birbirimizi unutmamızdan olsa gerek. Oysa bizim dünyaların sığmadığı kalplerimizde hasletlerimiz vardı. Ahde vefa, verilen sözde durma, sevgi saygı hoşgörü ziynetimizdi, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Hadis-i kutsi düsturunca yaşardık, derde derman olmaya özenirdik, kedere ortak olmaya dikkat ederdik, sevinçler paylaşılınca artar bilirdik.
Millet olmanın tadını beraber yaşamamızın mutluluğunu hissettiğimiz, yalnız kendimizi değil; kendimizi başkalarıyla beraber düşündüğümüzde Çevre kirlenmez, insan ilişkileri de...