er meydanı kırkpınar [email protected] 07/07/2015
Er Meydanı, bir gelenek, bir kültür pınarı, Kırkpınar. 600 yıldır tekrarlanır. İşte bir temmuz ayı ve Türk’ün dünya görüşünün spora yansıması. Hoşgörü, sevgi, güç, iman, centilmenlik, sportmenlik. Er Meydanı, erlerin meydanı, Kırkpınar.
Bizde Er Meydanı Kırkpınarı, içimizden geldiği gibi bir anlatalım, gidemesek de göremesek de gönlümüzde yaşayalım, yaşatalım, istedim. Bu hafta Er Meydanını konuşacağız.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri, dini, tasavvufi motiflerle doludur. Çünkü Kırkpınar Yağlı Güreşleri, sahip bulunulan güzelliklerin muhafazası için fert ve millet olarak maddi-manevi güçlü olmanın misalleşmesidir.
Türkoğlu için güreş; hayat meydanında, doğumdan ölüme karşılaşacağı düşmanlarına, rakiplerine karşı madden ve manen devamlı hazır olma uğraşıdır. Rakip güreşciler, doğumundan ölümüne devamlı onun zayıf anını kollayan şeytan, nefis ve kötü insanı; güreş alanı ise, insanoğlunun düşmanlarıyla mücadele yeri olan yeryüzü, kainatı temsil etmektedir.
Kırkpınarı anlatmak için yağlı güreşi, güreşi anlatmak için peşrevi anlatmak gerek, peşrevden başlamak gerek. Peşrev, yağlı güreşçilerin güreşe başlamadan önce icra ettikleri ve içinde yağlı güreşin manasını anlatan birçok güzellikler gizli, güreşe ısınma hareketleridir. Peşrev bittikten sonra pehlivanlar karşı karşıya gelirler tokalaşarak birbirlerine başarılar dilerler, dua ederler, güreş başlar.
Pehlivanlar güreşirlerken, davul-zurna, mehter takımının savaş sırasındaki dillendirdiği kahramanlık havalarını vurur. Kırkpınar yağlı güreşlerinde, Osmanlı Türkünün savaş kültürünün bütün motifleri vardır. Türklerde davul üç yerde vurur: Savaş, düğün ve güreşte. Davulun ve zurnanın bazen yavaş bazen hızlı temposu güreşe renk verir, güreşcilere şevk verir, güreşe heyecan katar.
Yağlı güreşlerde bir de vazgeçilmez öğe cazgır vardır. Güreşe heyecan katan, güreşcileri ve seyircileri coşturan, güreşcileri anlamlı ve kafiyeli sözlerle tanıtan ve güreşcilerin adlarını, sanlarını, meşhur oyunlarını uygun cümlelerle tanıtan kimsedir. Güreşcileri takdimden sonra seyirciye dönerek der ki:
Türk askeri cepheye gidiyor, meydanı yara yara,
Hesap soruyor, bir bir kahpe, kalleş PKK ya
Seyirci ayakta, saygıda, içten gelerek okunan İstiklâl Marşında. Sonra artık güreşlere geçilir.
Kırkpınarı anlayabilmek için doğduğu zamana ve doğmasına vesile olan insanlara bakmak lâzımdır. Osmanlı Devleti yeni kurulmuştu. Orhan Gazi padişahtı. Orhan Gazi’nin yiğit bir oğlu vardı. Adı Süleyman’dı. Arkadaşları ona Süleyman Gazi diyorlardı. Bir Alperendi. Mevlevi yolunun bağlılarındandı. İşte bu yiğit, kırk can yoldaşı alperenle birlikte 1553’ün esrarlı bir gecesinde Çanakkale boğazından geçtiler, Rumeli’ye, ayak bastılar Avrupa’ya. O an, ne mübarek bir andı. Bu an Türk tarihinin akışını değiştiren bir andı. Bilinir ki Süleyman Gazi, atından düşer şehit olur. Bolayır’da toprağa verilir, kırk yiğit sefere, akına devam ederler, gönüllerindeki hak aşkı, güzellikleri uzağa, daha uzaklara ulaştırma sevdası, İla-i Kelimetullah sevdası onları yakıyordu.
Bu kırk yiğit, cenge ara verdik de, devamlı cenge hazır olabilmek için birbirleriyle güreş tutuyorlardı. Koç yiğitler, alperenler, gele gele Edirne yakınlarına gelmişlerdi. Cenkten meydan buldukta, yine güreş tuttular, otuz sekizi güreşini bitirdi de, iki yiğit bitiremediler, pes de etmediler, yenişemediler. Güreşe güreşe can verdiler. Arkadaşları iki alpereni, ruhlarını Allah’a teslim ettikleri yere defnettiler. Aylar sonra kırktan geri kalanlar iki şehide mekân yere geldiklerinde, şehitlerin başucundan kırkpınarın fışkırdığını, çağıldaya çağıldaya aktığını gördüler. Buraya Kırkpınar dediler. Böylece kırkpınar güreşlerinin kaynağı doğdu.
Kırkpınar’ın doğmasına vesile olan yiğitler, alperendiler. Alp, kuvvet, cesaret, fedakârlık, dayanıklılık, bileği bükülmez, geçilmez yiğit kişi. Eren, Allah’a yakın, nefsini dizginlemiş, güzel ahlâk üzere başkalarının huzuru ve saadeti için yaşayan, yaşantısını Peygamber Efendimiz’in sünneti üzere bina eden kişi. Alplik ve Erenliğin bir kimsede hayat bulmasıyla Alperen denilen ufuk insanlar doğmuştur. Alperen, insanlığın zirvesi, gönül ve yüreğini kaynaştıran tarihin yazmaya doyamadığı güneşler.
Türk- İslâm geleneğinde 40 sayısı kıyamete kadar her zaman mevcut bulunacak, iyiliklerin, güzelliklerin insanlara ulaşmasına vesile olan ve kırklar diye anılan evliya topluluğuna işaret etmektedir. Kırkpınar, kırk Evliya. Kırklar sözüne biz Geredeliler de alışığız zaten. Çünkü bizim de kırklarımız var. Bizim de er meydanımız var. Esentepe Güreşleri de artık tarih oldu. Her yıl tekrarlanır.
Kırkpınar’dan, nice demir kuşaklı, demir yürekli yiğitler geçmiştir. Daz daz Ali, Bursa’lı Suca, Kel Aliço (26), Adalı Halil (18), Kurtdereli Mehmet, Ordu’lu Mustafa, Babaeskili Nazmi Uzun, Ordu’lu Davut, Karamürselli Aydın Demir, Bandırma’lı Sabri Acar, Mehmet Güçlü, Saffet Kayalı, Ahmet Taşcı.
Bu yılda Türkiye’nin kalbi Kırkpınar’da atacak, sadece Türkiye’nin mi? Tüm Türklük âleminin, Asya’nın Balkanların, hem de Avrupa’nın, nerede bir Türk varsa, dünyalara bedel kalbi Edirne’de Kırkpınar’da çağıldayacak. Sanki Er Meydanında güreşe çıkmış gibi. Ama bilinen bir şey var ki kazanan yine Türk Milleti olacak. “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sözü ile Kırkpınar çağıldayacak.
Bizde Er Meydanı Kırkpınarı, içimizden geldiği gibi bir anlatalım, gidemesek de göremesek de gönlümüzde yaşayalım, yaşatalım, istedim. Bu hafta Er Meydanını konuşacağız.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri, dini, tasavvufi motiflerle doludur. Çünkü Kırkpınar Yağlı Güreşleri, sahip bulunulan güzelliklerin muhafazası için fert ve millet olarak maddi-manevi güçlü olmanın misalleşmesidir.
Türkoğlu için güreş; hayat meydanında, doğumdan ölüme karşılaşacağı düşmanlarına, rakiplerine karşı madden ve manen devamlı hazır olma uğraşıdır. Rakip güreşciler, doğumundan ölümüne devamlı onun zayıf anını kollayan şeytan, nefis ve kötü insanı; güreş alanı ise, insanoğlunun düşmanlarıyla mücadele yeri olan yeryüzü, kainatı temsil etmektedir.
Kırkpınarı anlatmak için yağlı güreşi, güreşi anlatmak için peşrevi anlatmak gerek, peşrevden başlamak gerek. Peşrev, yağlı güreşçilerin güreşe başlamadan önce icra ettikleri ve içinde yağlı güreşin manasını anlatan birçok güzellikler gizli, güreşe ısınma hareketleridir. Peşrev bittikten sonra pehlivanlar karşı karşıya gelirler tokalaşarak birbirlerine başarılar dilerler, dua ederler, güreş başlar.
Pehlivanlar güreşirlerken, davul-zurna, mehter takımının savaş sırasındaki dillendirdiği kahramanlık havalarını vurur. Kırkpınar yağlı güreşlerinde, Osmanlı Türkünün savaş kültürünün bütün motifleri vardır. Türklerde davul üç yerde vurur: Savaş, düğün ve güreşte. Davulun ve zurnanın bazen yavaş bazen hızlı temposu güreşe renk verir, güreşcilere şevk verir, güreşe heyecan katar.
Yağlı güreşlerde bir de vazgeçilmez öğe cazgır vardır. Güreşe heyecan katan, güreşcileri ve seyircileri coşturan, güreşcileri anlamlı ve kafiyeli sözlerle tanıtan ve güreşcilerin adlarını, sanlarını, meşhur oyunlarını uygun cümlelerle tanıtan kimsedir. Güreşcileri takdimden sonra seyirciye dönerek der ki:
Türk askeri cepheye gidiyor, meydanı yara yara,
Hesap soruyor, bir bir kahpe, kalleş PKK ya
Seyirci ayakta, saygıda, içten gelerek okunan İstiklâl Marşında. Sonra artık güreşlere geçilir.
Kırkpınarı anlayabilmek için doğduğu zamana ve doğmasına vesile olan insanlara bakmak lâzımdır. Osmanlı Devleti yeni kurulmuştu. Orhan Gazi padişahtı. Orhan Gazi’nin yiğit bir oğlu vardı. Adı Süleyman’dı. Arkadaşları ona Süleyman Gazi diyorlardı. Bir Alperendi. Mevlevi yolunun bağlılarındandı. İşte bu yiğit, kırk can yoldaşı alperenle birlikte 1553’ün esrarlı bir gecesinde Çanakkale boğazından geçtiler, Rumeli’ye, ayak bastılar Avrupa’ya. O an, ne mübarek bir andı. Bu an Türk tarihinin akışını değiştiren bir andı. Bilinir ki Süleyman Gazi, atından düşer şehit olur. Bolayır’da toprağa verilir, kırk yiğit sefere, akına devam ederler, gönüllerindeki hak aşkı, güzellikleri uzağa, daha uzaklara ulaştırma sevdası, İla-i Kelimetullah sevdası onları yakıyordu.
Bu kırk yiğit, cenge ara verdik de, devamlı cenge hazır olabilmek için birbirleriyle güreş tutuyorlardı. Koç yiğitler, alperenler, gele gele Edirne yakınlarına gelmişlerdi. Cenkten meydan buldukta, yine güreş tuttular, otuz sekizi güreşini bitirdi de, iki yiğit bitiremediler, pes de etmediler, yenişemediler. Güreşe güreşe can verdiler. Arkadaşları iki alpereni, ruhlarını Allah’a teslim ettikleri yere defnettiler. Aylar sonra kırktan geri kalanlar iki şehide mekân yere geldiklerinde, şehitlerin başucundan kırkpınarın fışkırdığını, çağıldaya çağıldaya aktığını gördüler. Buraya Kırkpınar dediler. Böylece kırkpınar güreşlerinin kaynağı doğdu.
Kırkpınar’ın doğmasına vesile olan yiğitler, alperendiler. Alp, kuvvet, cesaret, fedakârlık, dayanıklılık, bileği bükülmez, geçilmez yiğit kişi. Eren, Allah’a yakın, nefsini dizginlemiş, güzel ahlâk üzere başkalarının huzuru ve saadeti için yaşayan, yaşantısını Peygamber Efendimiz’in sünneti üzere bina eden kişi. Alplik ve Erenliğin bir kimsede hayat bulmasıyla Alperen denilen ufuk insanlar doğmuştur. Alperen, insanlığın zirvesi, gönül ve yüreğini kaynaştıran tarihin yazmaya doyamadığı güneşler.
Türk- İslâm geleneğinde 40 sayısı kıyamete kadar her zaman mevcut bulunacak, iyiliklerin, güzelliklerin insanlara ulaşmasına vesile olan ve kırklar diye anılan evliya topluluğuna işaret etmektedir. Kırkpınar, kırk Evliya. Kırklar sözüne biz Geredeliler de alışığız zaten. Çünkü bizim de kırklarımız var. Bizim de er meydanımız var. Esentepe Güreşleri de artık tarih oldu. Her yıl tekrarlanır.
Kırkpınar’dan, nice demir kuşaklı, demir yürekli yiğitler geçmiştir. Daz daz Ali, Bursa’lı Suca, Kel Aliço (26), Adalı Halil (18), Kurtdereli Mehmet, Ordu’lu Mustafa, Babaeskili Nazmi Uzun, Ordu’lu Davut, Karamürselli Aydın Demir, Bandırma’lı Sabri Acar, Mehmet Güçlü, Saffet Kayalı, Ahmet Taşcı.
Bu yılda Türkiye’nin kalbi Kırkpınar’da atacak, sadece Türkiye’nin mi? Tüm Türklük âleminin, Asya’nın Balkanların, hem de Avrupa’nın, nerede bir Türk varsa, dünyalara bedel kalbi Edirne’de Kırkpınar’da çağıldayacak. Sanki Er Meydanında güreşe çıkmış gibi. Ama bilinen bir şey var ki kazanan yine Türk Milleti olacak. “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sözü ile Kırkpınar çağıldayacak.