kaybolan mesleklerimiz:SEMERCİLİK [email protected] 01/06/2013
Yüzyıllar öncesine dayanan dericilik mesleği ve deri üretimi Gerede’de temel malzemesi deriye dayanan yemenicilik, mescilik, saraçlık, semercilik, eyercilik, topculuk, ayakkabıcılık gibi çok köklü ve uzun yıllar hayat bulan mesleklerin doğmasına vesile olmuştur. Talep yoğunluğu birbirine bağlı olarak bu meslekleri önemli ve saygın bir konuma yükseltmiş, mensuplarını toplumda itibar sahibi ve hatırlı kişi yapmıştır.
Bu defa artık konumuzu "Semercilik" olarak belirledim. Semercilik, çok eski bir el sanatları dalıdır. Yük ve Binek hayvanlarıyla yük ve eşya taşımak için yapılan ürünün adı Semerdir. At, katır, eşek, deve gibi yük taşıyan hayvanların sırtına konur. Semer, bir zamanlar çekim ve binek hayvanlarının vazgeçilmez donanımıydı. Binlerce yıl arabalarla özdeşleşen at ve benzeri çekim ve binek hayvanları, motorlu araçların yaygınlaşmasıyla işsiz kaldılar ve buna bağlı olarak semercilik, palancılık ve koşumculuk da meslek olarak hayatımızdan birer birer çıkmaya başladı.
Bu arada şunu belirtmem gerekiyor, şimdi artık unutulan semercilik mesleği ile ilgili olarak yazılacak ne bulunabilir ki derken ne mutlu ki bu mesleği yazmayı seçmişim. Zira bu konuda kaynak kişilerle görüşmek kısmet oldu. Şimdi size bu görüşmeleri aktarmaktan geç de olsa tarihe kaydetmekten müthiş haz duyuyorum. Hayat çok hızlı devam ediyor ve her gün bir sonraya ötelediğimiz mazi zenginliğimizin haberimiz olmadan elimizden uçup gittiği kanaatindeyim. Hatta hiç durmadan yazsak, durmadan yazsak bile düne dair hafızamızdaki eşsiz hazinelerden hala yazmaya sıra gelmeyen olacaktır ne yazık ki.
Bu defa artık konumuzu "Semercilik" olarak belirledim. Semercilik, çok eski bir el sanatları dalıdır. Yük ve Binek hayvanlarıyla yük ve eşya taşımak için yapılan ürünün adı Semerdir. At, katır, eşek, deve gibi yük taşıyan hayvanların sırtına konur. Semer, bir zamanlar çekim ve binek hayvanlarının vazgeçilmez donanımıydı. Binlerce yıl arabalarla özdeşleşen at ve benzeri çekim ve binek hayvanları, motorlu araçların yaygınlaşmasıyla işsiz kaldılar ve buna bağlı olarak semercilik, palancılık ve koşumculuk da meslek olarak hayatımızdan birer birer çıkmaya başladı.
Bu arada şunu belirtmem gerekiyor, şimdi artık unutulan semercilik mesleği ile ilgili olarak yazılacak ne bulunabilir ki derken ne mutlu ki bu mesleği yazmayı seçmişim. Zira bu konuda kaynak kişilerle görüşmek kısmet oldu. Şimdi size bu görüşmeleri aktarmaktan geç de olsa tarihe kaydetmekten müthiş haz duyuyorum. Hayat çok hızlı devam ediyor ve her gün bir sonraya ötelediğimiz mazi zenginliğimizin haberimiz olmadan elimizden uçup gittiği kanaatindeyim. Hatta hiç durmadan yazsak, durmadan yazsak bile düne dair hafızamızdaki eşsiz hazinelerden hala yazmaya sıra gelmeyen olacaktır ne yazık ki.
Semer genellikle ağaç, çuval, deri ve sazdan yapılır. Üçgen çatılıdır ve hayvanın sırtında karnının iki yanına doğru açılan bir biçimdedir. Hayvanın sırtına değen iç tarafı saz doldurulmuş iki kanatlı bir çuvaldır. Yük vurulan üst tarafı da ahşap küçük direklerle çatılmış ve üstüne hayvan derisi veya çadır bezi dikilmiştir. Hayvanların omuzları üstüne gelen bölümde, üstte, yükü bağlamaya yarayan öne doğru çıkıntılı, iki kol vardır. Hayvana konulan yük, iple hayvanın sağrısı üstüne gelen bölümdeki kancalara bağlandıktan sonra tekrar omuz başı kollarında düğümlenir. Semer, hayvanın sırtına kolan, kayış veya kaytan denilen sağlam bir şeritle bağlanır. Kolanın iki ucu hayvanın kaburgalarından biri üzerinde tokalanır. Karın altından geçtikten sonra, semerin üzerine dolanan bu kolan, semeri hayvanın sırtında sıkıca tutturmaya ve yükün sallanarak düşmesini önlemeye yarar. Semerin omuz başı kollarına da genellikle “kaş” denir. Semerler, hayvan sahibinin mali durumuna göre sade veya süslü olur. Kaşları, kolanları, hayvanın kuyruğu altından geçen ve inişlerde semerin omuzlara düşmesini önleyen “paldım”ı ve üzerine atılan çulu bazen işlemeli, kakmalı olur. Değerli madenlerle işlenen, süslenen semerler de vardır.
|
Semerin ahşap aksamıSemerin kumaş aksamı |
Gerede’nin en eski mesleklerden biri de Semercilik idi. Sayıları bugün tükenmiş olan bu meslek erbabından tarihe adlarını hafızalarda yaptıkları semerler ile yazdıran isimleri, hatıralarını anarak ve semerlerinin izini bulup fotoğraflayarak anacağız. Ruhları şad olsun.
Anadolu Saraciye adıyla mesleğini sürdüren Mustafa ARSLANOĞLU’nun saraçlar arastasındaki mekânına giderek kendisini ziyaret edip bir sohbet gerçekleştirdim. Böylece tarihe “kaybolan meslekler” başlığında bir not düşmek için. Mustafa ARSLANOĞLU “Semercilikle saraçlık yan yana birbirini besleyen iki meslek. 30' lu 40' lı yıllarda hızlandı. 40' lı 50' li yıllarda zirve oldu. 50' den 60' a durgunlaştı. 60'dan itibaren azalmaya başladı. 73' de bitti. Bu mesleğin son temsilcilerini şöyle sayabilirim. Şimdi hiçbiri hayatta değil. Hepsi rahmetli oldu. Semerci Ali KOÇ, Semerci Abdullah, Semerci Adem Ağa, Semerci Halil Ağa ( Kara Halil ) idi. Semerci Halil Ağa’yı iyi tanırım. Evliya gibi bir adamdı. Kırkları çok severdi. Kırklarda her yıl yazın bir gün bütün mesleklerin mensuplarına, müşterilerine, bütün yaylalardakilere yemek verirdi. Mevlit okuturdu. Mezarı Kırklar Mesireliğinde hanımıyla birlikte. Arz-talep durumu bir işi ya zirve yapıyor, ya da bitiriyor. Semercilik bitti. Saraçlığında son temsilcisi benim. Allah ömür verene sağlığım oldukça bu mesleği sürdüreceğim. Benden sonra oğlum Emre devam edecek, bakalım nereye kadar.” dedi.
Anadolu Saraciye adıyla mesleğini sürdüren Mustafa ARSLANOĞLU’nun saraçlar arastasındaki mekânına giderek kendisini ziyaret edip bir sohbet gerçekleştirdim. Böylece tarihe “kaybolan meslekler” başlığında bir not düşmek için. Mustafa ARSLANOĞLU “Semercilikle saraçlık yan yana birbirini besleyen iki meslek. 30' lu 40' lı yıllarda hızlandı. 40' lı 50' li yıllarda zirve oldu. 50' den 60' a durgunlaştı. 60'dan itibaren azalmaya başladı. 73' de bitti. Bu mesleğin son temsilcilerini şöyle sayabilirim. Şimdi hiçbiri hayatta değil. Hepsi rahmetli oldu. Semerci Ali KOÇ, Semerci Abdullah, Semerci Adem Ağa, Semerci Halil Ağa ( Kara Halil ) idi. Semerci Halil Ağa’yı iyi tanırım. Evliya gibi bir adamdı. Kırkları çok severdi. Kırklarda her yıl yazın bir gün bütün mesleklerin mensuplarına, müşterilerine, bütün yaylalardakilere yemek verirdi. Mevlit okuturdu. Mezarı Kırklar Mesireliğinde hanımıyla birlikte. Arz-talep durumu bir işi ya zirve yapıyor, ya da bitiriyor. Semercilik bitti. Saraçlığında son temsilcisi benim. Allah ömür verene sağlığım oldukça bu mesleği sürdüreceğim. Benden sonra oğlum Emre devam edecek, bakalım nereye kadar.” dedi.
Semercilik üzerine araştırma yapmak ve bilgi toplamak için daha çok atlarla ve hayvancılıkla ilgilenenlerin uğradığı Dayıoğlu Kahvehanesi’ne gittim. Rahvan At Yarışçıları Derneği mensubu ve bir at âşığı Sabri Mercanlı’yı buldum. Kendisi aynı zamanda çok sevdiğim arkadaşım ve dostum olan Sabri Bey’le konuyu paylaştım. Bu konuda rençper ve aynı zamanda rahvan at yetiştiren Halil PEKCANLI ile görüşerek sabah 08.00’de İncikler Köyü’nde çiftliğinde buluşmak üzere randevulaştık. Bizi ertesi gün sabah 08.00’de köyde bekler bulduk. Misafir olarak buyur edildik. Halil Bey’in eşi Sare Hanım bizi hazırladığı mükellef kahvaltıyla çoktandır özlediğimiz yer sofrasında ağırladı. Halil Bey'e atlar ve eyer, semer üzerine bilgi almaya, elindeki semerleri fotoğraflamak için geldiğimizi söyledik. Kendisi “Bizim çiftlik işleri hem çok ağır, hem de
meşakkatli olduğu için alet edevata, her türlü takım taklavata sahip olmak, her
şeyi zamanında yapmak ve iş kolayı bilmek lazımdır. O yüzden benim traktörüm ve
onun aksamı; atlarım, eyerim ve semerim, eşeğim ve semerim her an mevcuttur.
Köy hayatını baş etmek için bu malzemeniz elinizin altında olmalıdır. Ödünç
alınmaz bu malzeme! Hep tedarikli olacaksın. Malzemenin de her zaman
kullanışlısı ve düzgünü olacak. Mesela benim elimdeki semer şu anda en kıymetli
at semeri, meşhur Eskiçağalı Semerci Salih’in semeri. Semerin iyisi hayvanı
üzmeyen, yormayan, kolay yük taşımasını sağlayandır.” dedi. Kahvaltıdan sonra
kendisinden at ve eşek üzerinde semer uygulaması istedik, kırmadı at ve eşek
üzerinde ayrı ayrı semer koyarak gösterdi. Ben de fotoğrafladım. Artık ayrılık
vakti deyip her şey için teşekkür edip, izin isteyip ayrıldık.
Halil PEKCANLI at üzerinde semer gösteriyor
Türk boylarının Anadolu'ya gelerek yerleşmeleri, hayatlarını at sırtında geçirmeleri ve eyerli ata binmeleri, aynı zamanda semerli ata yük vurmaları, ata araba koşarak daha fazla yükü taşıma kabiliyetine sahip olmaları ile kolay olmuştur. Ata çok iyi hâkim olmaları, eyer, semer, tekerlek ve araba sanatına, özellikle dericilik sanatına önem vermeleri ile mümkün olmuştur. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya geniş coğrafyaları kat ederek gelmeleri ve değişik coğrafyalara akarak devam eden göçleri, hep bu yüksek kültür ve sağlam karakterle ilgilidir. 1071 Malazgirt ile Anadolu'nun kapılarının kilidi kırıldı ve Anadolu Türklere iskâna açıldı. Malazgirt'ten, Anadolu Selçuklu'ya daha sonra Beylikler dönemi boyunca yerleşme devam etti. Gerede'de de yerleşme oba oba ve uzun bir zaman dilimi içersinde oldu. Bugün Gerede'de yer adları, köy adları Türklerin Oğuz boylarına ait olması tesadüf değil, bilâkis hep bu soylu geçmişin izlerini taşır. Bu durum Türklerin gittikleri her yere sahip oldukları yüksek kültürü taşıdıkları ve geliştirdiklerinin de göstergesidir.
Semercilik artık yapılmadığı için bizde düne ait hatıralarda kalan semercileri bilenlerle konuşarak yazmayı seçtik. İşte bunlardan biri de dünün meşhur mescisi ama bugün emekli olan Macaroğlu Mehmet EDİZ büyüğümüzü öğle vakti namazına giderken buldum ve cami avlusunda semercilikle ilgili bilgisine başvurdum. Anlatırken öyle mutlu idi ki, aktı gitti gözü gönlü o günlere.
Macaroğlu Mehmet EDİZ şunları söyledi: “Benim en iyi bildiğim çocukluğumdan gençliğime kadar hayran olduğum, hep izlediğim, zaman zaman dükkânına uğrayıp feyz aldığım kişidir, Semerci Halil. Semerci Karaoğlan derlerdi. Mengenli’nin ahırının yanında Hocanın Cami’nin yanındaki Han’ın yanında dükkânı vardı. Devamlı okurdu, müşteri ile konuşurken yüzüne bakmaz, devamlı önüne bakardı. Başka bir dünyada yaşardı. Ahi geleneğine mensup, işi ile dindarlığı bütünleştirmiş, çok sakin ve az konuşan biriydi. Siparişe göre at ve eşek semeri yapardı. Tamiri ile de ilgilenirdi. O zaman hayvan çoktu. Her evin durumuna göre ya at ya eşeği vardı. Semer de her evin olmazsa olmazı idi. Bu sebeple semercilik çok önemli bir meslekti. Dağları, yaylaları, Kırklar’ı çok severdi. Kırklar’daki yatırları keşfedip bulan ve mezarları ortaya çıkaran odur. Her yıl Kırklar’da gün dönümünden sonra bir gün tüm esnafa, Geredelilere, yaylalılara, Mengenlilere yemek verirdi. Davetiyesini kendisi yazardı. Haydi yavrum özledim, yollarınızı gözledim. Kırklar adamı kırklar. Semerci Halil sizi bekler. Herkese kendi eliyle dağıtırdı. Onun yaptığı masrafı kimse yapamazdı. Bütün bir yıl çalışıp kazandığını Kırklar’da harcardı. Günlerce önceden gider, çadır kurar, erzakları tedarik eder, ocakları yaptırır, aşçılar tutar, tavalarda etler pişer, pilavlar pişer, yemekler yapılır. Aşçılar gelenlerle ilgilenir. Yemek herkese yeterdi. Hocalar, öğle namazı ardından akşama kadar mevlit, ilâhi, Kur’an okurlardı. Akşam dağılırdı herkes. Kırklar yemeği zamanla gelenek hâlini aldı. Semerci Halil Ağa ve eşi Sıddıka Hanım’ın mezarı yine çok sevdikleri Kırklar’da. Allah hayırlarını kabul etsin. Ruhları şad olsun." Mehmet EDİZ bize öyle güzel anlattı ki o günlerde olmayı arzuladık. O günleri anarkenki yüz ifadesini anlatmaya kelimeler yetmez. Diline ve gönlüne sağlık diyoruz.
Semercilik artık yapılmadığı için bizde düne ait hatıralarda kalan semercileri bilenlerle konuşarak yazmayı seçtik. İşte bunlardan biri de dünün meşhur mescisi ama bugün emekli olan Macaroğlu Mehmet EDİZ büyüğümüzü öğle vakti namazına giderken buldum ve cami avlusunda semercilikle ilgili bilgisine başvurdum. Anlatırken öyle mutlu idi ki, aktı gitti gözü gönlü o günlere.
Macaroğlu Mehmet EDİZ şunları söyledi: “Benim en iyi bildiğim çocukluğumdan gençliğime kadar hayran olduğum, hep izlediğim, zaman zaman dükkânına uğrayıp feyz aldığım kişidir, Semerci Halil. Semerci Karaoğlan derlerdi. Mengenli’nin ahırının yanında Hocanın Cami’nin yanındaki Han’ın yanında dükkânı vardı. Devamlı okurdu, müşteri ile konuşurken yüzüne bakmaz, devamlı önüne bakardı. Başka bir dünyada yaşardı. Ahi geleneğine mensup, işi ile dindarlığı bütünleştirmiş, çok sakin ve az konuşan biriydi. Siparişe göre at ve eşek semeri yapardı. Tamiri ile de ilgilenirdi. O zaman hayvan çoktu. Her evin durumuna göre ya at ya eşeği vardı. Semer de her evin olmazsa olmazı idi. Bu sebeple semercilik çok önemli bir meslekti. Dağları, yaylaları, Kırklar’ı çok severdi. Kırklar’daki yatırları keşfedip bulan ve mezarları ortaya çıkaran odur. Her yıl Kırklar’da gün dönümünden sonra bir gün tüm esnafa, Geredelilere, yaylalılara, Mengenlilere yemek verirdi. Davetiyesini kendisi yazardı. Haydi yavrum özledim, yollarınızı gözledim. Kırklar adamı kırklar. Semerci Halil sizi bekler. Herkese kendi eliyle dağıtırdı. Onun yaptığı masrafı kimse yapamazdı. Bütün bir yıl çalışıp kazandığını Kırklar’da harcardı. Günlerce önceden gider, çadır kurar, erzakları tedarik eder, ocakları yaptırır, aşçılar tutar, tavalarda etler pişer, pilavlar pişer, yemekler yapılır. Aşçılar gelenlerle ilgilenir. Yemek herkese yeterdi. Hocalar, öğle namazı ardından akşama kadar mevlit, ilâhi, Kur’an okurlardı. Akşam dağılırdı herkes. Kırklar yemeği zamanla gelenek hâlini aldı. Semerci Halil Ağa ve eşi Sıddıka Hanım’ın mezarı yine çok sevdikleri Kırklar’da. Allah hayırlarını kabul etsin. Ruhları şad olsun." Mehmet EDİZ bize öyle güzel anlattı ki o günlerde olmayı arzuladık. O günleri anarkenki yüz ifadesini anlatmaya kelimeler yetmez. Diline ve gönlüne sağlık diyoruz.
Sohbetimize açık havada bir çay bahçesinde bu defa yine bu konuda herkesin hem fikir olduğu bilirkişi konumundaki Hacı Celaleddin SİNEKLİOĞLU (Hacı Celal) büyüğümüzle sohbet ediyoruz: “Bizim Semerciler çırak yetiştirmedi. Hep evden, hep evden, yanında ya oğlu, ya kızı, ya hanımı çalıştı. Ailece yaparlardı. Yolculuklar ve yük taşıma, ya at ile ya da eşek ile ama mutlaka Semer ile olurdu. Bu sebeple Semerciler gece gündüz dur durak yok çalışırlar, hepside mal yetiştirmek için uğraşırlardı. Geceli gündüzlü çalışıldığı için bu geçerli önemli mesleği sadece evdekilerle sürdürürlerdi. Haftada bir gün Gerede’ye Eskiçağalı Semerci Salih gelirdi. Hanın ağzında semer yapardı. Tamirini yapardı. Yakın zamana kadar çalıştı ve semer yaptı. Bunun yaptığı semeri yapan yok. Bende bir semeri var, hâlâ duruyor. Üstüne tanımam, ama o da çırak yetiştirmedi. Babasından öğrenmişti semerciliği. Sen çok vebal altındasın, şu mesleği kimseye öğretmedin, senden sonra kim yapacak bu semerleri derdim. O da gitti. Üç yıl oldu öleli. Yaptığı semerler kullanılıyor, hâlâ yadigâr, kullanmaya kıyamıyorum. Her şey para değil, biraz da sevgi, yaşama biçimi. İşini seveceksin, tezgâhını seveceksin, hayvanları seveceksin, insanları seveceksin." diyerek tamamladı. Ben de kendisine sağlık ve uzun ömürler diliyorum. Ondaki hazine değerindeki diğer bilgileri de almak başka bir yazıya konu olmasını diliyorum.
Ve final görüşmemizi ismini dedesinden alan, hepinizin aşina olduğu isim, Gerede İşletme Müdürlüğü Müdür Yardımcısı, üç dönem Gerede Belediye Başkanı ve şimdi Nova Orman Ürünleri Fabrikası Genel Müdürü Orman Mühendisi Halil ALİOĞLU ile yapıyorum.
Halil Bey ismini annesinin babası olan Semerci Halil Ağa’dan almış. Halil Bey, dedesinden sadece ismini değil, bazı özelliklerini, bazı zevklerini, bazı düşüncelerini de almış. Mesela dedesi dağları, yaylaları, Kırklar’ı severmiş, Halil Bey de severek ve isteyerek orman mühendisi olmuş. Şimdi de yine orman ürünleri ile haşır neşir, Nova Orman AŞ. Genel Müdürü. Fabrikanın kurulmasını sağlamış. Şu anda bu fabrikadan elli aile geçimini sağlıyor. Mesela dedesi Gerede’yi Mengen’i Kırklar’a davet eder ve gelen herkesi yılda bir gün doyururmuş. Halil Bey ise Mengenli Kazım OKSAY ile Gerede’ye Belediye Başkanı olarak hizmet etmiş. Bunlar benim görebildiğim benzerlikler. Daha farklı belki sizin de gördüğünüz benzerlikler de vardır zannederim.
Halil Bey ile yaptığımız sohbete giriyoruz artık: “Dedem, Gerede ve çevresinin 40-50 yıllarının bir numaralı semercisi çok kazanıyor. Birkaç defa çırak denemesinden sonra kızlarını çırak yapmış, dört kızı ile birlikte çalışmış. Dördüncü kızı Fatma, annemmiş. Tabii ben çok küçüktüm, dedemi hayal meyal hatırlıyorum. Annemden, babamdan, halalarımdan, esnaf ve eşraf büyüklerinden dinleyerek dedemi keşfettim.
Otuzbeş yaşına kadar düzensiz, asabi, her an kızgın, kızlarına günlük sardırdığı yirmi sarma tütün içen, biriyken, bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş, kendisine Mudurnu işaret edilmiş. Ertesi gün Mudurnu’ya gitmiş, rüyasını izlemiş ve kendisine gösterilen şeyhine intisap etmiş, izin verilince dönmüş ama zaman zaman Mudurnu’ya gidip gelmeye devam etmiş. Yanlış bulduğu her şeyi terk etmiş, sakal bırakmış. Derviş gibi yaşamaya başlamış. Kısa süre sonra kendisine Semerci Derviş demeye başlamışlar.
Çırak bulundurduğu bir dönemde Çamlıdereli bir çırağı varmış. Namaza giderken her şeyi sat ama şu semeri kesinlikle satma diye tembihlediği semeri, olacak ya bir müşteri ısrar etmiş almış gitmiş. Namazdan gelen dedem direkt semerin yerine bakmış göremeyince çırağa ben sana satma demedim mi. Ama hiç mi hiç kızmamış, sadece herkesin dilden dile andığı şu sözü söylemiş. “Gittiye niye gitti demen. Geldiye niye geldi demen.” demiş. Çırağına'Oğlum bak, bu semeri alan gelecek ve semerden şikayet edecek, bırak git, bir saat sonra gel diyerek gönder.' demiş. Aynıyla adam gelmiş, semerden şikayetçi olmuş. Çırak semeri almış, bir saat sonra gel demiş, göndermiş. Dedem gelmiş, semeri görmüş, almış eline. Ahşap kısmın köşesinde gizli bir kapak varmış, onu açmış ve semeri ters çevirince içinden o güne kadar biriktirdiği paralar dökülmüş, meğer semerdeki gizli bölmede para biriktiriyormuş. Semerin sahibi, gelince dedem çırağına “semer tamam diyerek, ver, artık acıtmaz, hayvanın sırtını bizim para acıtıyordu.” demiş.
Hayır işleri en öncelikli işleri imiş. 7-8 tane çeşmesi varmış. Bunlardan iki tanesini çok iyi biliyorum. Birisi Kırklar’daki çeşme, diğeri de Esentepe’deki Bıyıklı çeşmesi. Şimdiki Bıyıklı çeşmesi biraz batıya kaydırılmış ve Tahsin DARENDE zamanında yaptırılmıştı. Bütün çeşmelerini her an kontrol eder, akmayan, arızalanan olursa işçi tutar, ne masraf giderse cebinden yaptırırmış.
Küçükken hatırladığım tek hatıra akşam eve geleceği saatte sokağın başından eve kadar kadınlar ve çocuklar sıraya girer, onu beklerlerdi. Bende en başa geçer beklerdim. Beni en sona gönderirdi. Sen en son derdi. Sıradakilere getirdiği kangal şekerden verirdi tek tek, nasıl yeterdi o şeker bilemiyorum. Sonuncusu benim olurdu.
Babamdan şunları dinledim: O zaman hamam kültürü var. Evin büyükleri küçüklerle hamama gidermiş. Dedemin de oğlu yok. Babam içgüveysi olduğu için oğlu gibi davranır. ‘Hanım, damada söyle hamama gideceğiz’ deyince itiraz yok, giderlermiş. Terbiye ve töre gereği babam dedemi yıkayacakken, o babamı önüne oturtur yıkarmış. Diğer kurnalarda yıkananlar dışardan taslarla soğuk su getirirlerken biz hiç getirmiyorduk. Dışarda sormuş niye su taşıyorsunuz diye, cevap soğuk su akmıyor, ılıştırmak için demişler, babam gelmiş bizim kurnaya bakmış biraz önce akan soğuk su artık akmıyormuş. Dedem oğlum! niçin su taşıdıklarını sordun değil mi? demiş. O an dilim tutuldu. O an nasıl utandığımı haşlanmış gibi kızardığımı anlatamam demişti.
Burası çok ilginç. Dedem, şeyhinden öğrendiği ve dervişlerin yolundan gittiğinden olsa gerek Kırklar’daki şu anki mezarını kendisi kazmış ve tahtalarını hazırlatmış, ölümüne kadar altı sene, bu da altmış üç yaşına tekabül ediyor. Hanımı ile her yıl mezarına tahtaları ile gider, mezarına yatar, üzerine tahtalarını hanımına örttürür, mezarda on, on beş dakika kalırmış.
Askerliği, gidip de artık gelmeyecek denilen sürede Arabistan’da yapmış, kum fırtınalarından gözleri etkilenmiş fazla görmezdi. Ölümüne yakın hac için biriktirdiği parayı kendisine keçe tedarik eden çok sık görüştüğü, çok sıkışıp yalvaran ve hemen geri ödeyeceğini söyleyen kişiye güvendiği için vermiş.Hac parası lazım olunca ödünç verdiği kişiden parasını alamamış, adam inkar gelmiş. O an üzüntüden gözleri tamamen kapanmış.”.
Her şey zamana bağlı değişime uğruyor. Gerede’de 1940 ile 1970 yılları arasında doğanlar günümüze erişenlerin cümlesi atı, eyeri, semeri, faytonu, yük arabasını, çok yakından bildiği ve tanık olduğu aşikârdır. Bu nesil eyerli ve özengili ata bindi, atlı faytona bindi, ata semer koydu ve yayladan şehire odun indirdi, eşeğinin semerine heybesini vuran ve heybenin gözlerine pazardan aldığı erzağını koyup köyüne giden tanıdıkları ile selamlaştı, öküz arabası ile odun taşındığını gördü, at arabası ile yük taşıdı. Saraçlarla tanıştı ve onlarla pek çok alışverişte bulundu. İşte bu nesil, hafızasında taşıdığı hayata dair bu zengin birikimi geleceğe taşımak anlamında -Gerede’ye ait kültür değerlerimizin dünden bugüne ana parçalarıdan olan- Semercilik unutulmaması için anlatmalı, yazmalı, nostaljik de olsa yaşatılması için formüller bulmalıdır. Kurulması gereken şehir müzesinde, mümtaz bir bölüm yine at, eşek semerlerine ayrılmalıdır. Aslına uygun olarak sergilenme imkânı yaratılmalıdır.
Bize başkalık kazandıran zengin değerlerimizin yaşatılması dileklerimle…
Halil Bey ismini annesinin babası olan Semerci Halil Ağa’dan almış. Halil Bey, dedesinden sadece ismini değil, bazı özelliklerini, bazı zevklerini, bazı düşüncelerini de almış. Mesela dedesi dağları, yaylaları, Kırklar’ı severmiş, Halil Bey de severek ve isteyerek orman mühendisi olmuş. Şimdi de yine orman ürünleri ile haşır neşir, Nova Orman AŞ. Genel Müdürü. Fabrikanın kurulmasını sağlamış. Şu anda bu fabrikadan elli aile geçimini sağlıyor. Mesela dedesi Gerede’yi Mengen’i Kırklar’a davet eder ve gelen herkesi yılda bir gün doyururmuş. Halil Bey ise Mengenli Kazım OKSAY ile Gerede’ye Belediye Başkanı olarak hizmet etmiş. Bunlar benim görebildiğim benzerlikler. Daha farklı belki sizin de gördüğünüz benzerlikler de vardır zannederim.
Halil Bey ile yaptığımız sohbete giriyoruz artık: “Dedem, Gerede ve çevresinin 40-50 yıllarının bir numaralı semercisi çok kazanıyor. Birkaç defa çırak denemesinden sonra kızlarını çırak yapmış, dört kızı ile birlikte çalışmış. Dördüncü kızı Fatma, annemmiş. Tabii ben çok küçüktüm, dedemi hayal meyal hatırlıyorum. Annemden, babamdan, halalarımdan, esnaf ve eşraf büyüklerinden dinleyerek dedemi keşfettim.
Otuzbeş yaşına kadar düzensiz, asabi, her an kızgın, kızlarına günlük sardırdığı yirmi sarma tütün içen, biriyken, bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş, kendisine Mudurnu işaret edilmiş. Ertesi gün Mudurnu’ya gitmiş, rüyasını izlemiş ve kendisine gösterilen şeyhine intisap etmiş, izin verilince dönmüş ama zaman zaman Mudurnu’ya gidip gelmeye devam etmiş. Yanlış bulduğu her şeyi terk etmiş, sakal bırakmış. Derviş gibi yaşamaya başlamış. Kısa süre sonra kendisine Semerci Derviş demeye başlamışlar.
Çırak bulundurduğu bir dönemde Çamlıdereli bir çırağı varmış. Namaza giderken her şeyi sat ama şu semeri kesinlikle satma diye tembihlediği semeri, olacak ya bir müşteri ısrar etmiş almış gitmiş. Namazdan gelen dedem direkt semerin yerine bakmış göremeyince çırağa ben sana satma demedim mi. Ama hiç mi hiç kızmamış, sadece herkesin dilden dile andığı şu sözü söylemiş. “Gittiye niye gitti demen. Geldiye niye geldi demen.” demiş. Çırağına'Oğlum bak, bu semeri alan gelecek ve semerden şikayet edecek, bırak git, bir saat sonra gel diyerek gönder.' demiş. Aynıyla adam gelmiş, semerden şikayetçi olmuş. Çırak semeri almış, bir saat sonra gel demiş, göndermiş. Dedem gelmiş, semeri görmüş, almış eline. Ahşap kısmın köşesinde gizli bir kapak varmış, onu açmış ve semeri ters çevirince içinden o güne kadar biriktirdiği paralar dökülmüş, meğer semerdeki gizli bölmede para biriktiriyormuş. Semerin sahibi, gelince dedem çırağına “semer tamam diyerek, ver, artık acıtmaz, hayvanın sırtını bizim para acıtıyordu.” demiş.
Hayır işleri en öncelikli işleri imiş. 7-8 tane çeşmesi varmış. Bunlardan iki tanesini çok iyi biliyorum. Birisi Kırklar’daki çeşme, diğeri de Esentepe’deki Bıyıklı çeşmesi. Şimdiki Bıyıklı çeşmesi biraz batıya kaydırılmış ve Tahsin DARENDE zamanında yaptırılmıştı. Bütün çeşmelerini her an kontrol eder, akmayan, arızalanan olursa işçi tutar, ne masraf giderse cebinden yaptırırmış.
Küçükken hatırladığım tek hatıra akşam eve geleceği saatte sokağın başından eve kadar kadınlar ve çocuklar sıraya girer, onu beklerlerdi. Bende en başa geçer beklerdim. Beni en sona gönderirdi. Sen en son derdi. Sıradakilere getirdiği kangal şekerden verirdi tek tek, nasıl yeterdi o şeker bilemiyorum. Sonuncusu benim olurdu.
Babamdan şunları dinledim: O zaman hamam kültürü var. Evin büyükleri küçüklerle hamama gidermiş. Dedemin de oğlu yok. Babam içgüveysi olduğu için oğlu gibi davranır. ‘Hanım, damada söyle hamama gideceğiz’ deyince itiraz yok, giderlermiş. Terbiye ve töre gereği babam dedemi yıkayacakken, o babamı önüne oturtur yıkarmış. Diğer kurnalarda yıkananlar dışardan taslarla soğuk su getirirlerken biz hiç getirmiyorduk. Dışarda sormuş niye su taşıyorsunuz diye, cevap soğuk su akmıyor, ılıştırmak için demişler, babam gelmiş bizim kurnaya bakmış biraz önce akan soğuk su artık akmıyormuş. Dedem oğlum! niçin su taşıdıklarını sordun değil mi? demiş. O an dilim tutuldu. O an nasıl utandığımı haşlanmış gibi kızardığımı anlatamam demişti.
Burası çok ilginç. Dedem, şeyhinden öğrendiği ve dervişlerin yolundan gittiğinden olsa gerek Kırklar’daki şu anki mezarını kendisi kazmış ve tahtalarını hazırlatmış, ölümüne kadar altı sene, bu da altmış üç yaşına tekabül ediyor. Hanımı ile her yıl mezarına tahtaları ile gider, mezarına yatar, üzerine tahtalarını hanımına örttürür, mezarda on, on beş dakika kalırmış.
Askerliği, gidip de artık gelmeyecek denilen sürede Arabistan’da yapmış, kum fırtınalarından gözleri etkilenmiş fazla görmezdi. Ölümüne yakın hac için biriktirdiği parayı kendisine keçe tedarik eden çok sık görüştüğü, çok sıkışıp yalvaran ve hemen geri ödeyeceğini söyleyen kişiye güvendiği için vermiş.Hac parası lazım olunca ödünç verdiği kişiden parasını alamamış, adam inkar gelmiş. O an üzüntüden gözleri tamamen kapanmış.”.
Her şey zamana bağlı değişime uğruyor. Gerede’de 1940 ile 1970 yılları arasında doğanlar günümüze erişenlerin cümlesi atı, eyeri, semeri, faytonu, yük arabasını, çok yakından bildiği ve tanık olduğu aşikârdır. Bu nesil eyerli ve özengili ata bindi, atlı faytona bindi, ata semer koydu ve yayladan şehire odun indirdi, eşeğinin semerine heybesini vuran ve heybenin gözlerine pazardan aldığı erzağını koyup köyüne giden tanıdıkları ile selamlaştı, öküz arabası ile odun taşındığını gördü, at arabası ile yük taşıdı. Saraçlarla tanıştı ve onlarla pek çok alışverişte bulundu. İşte bu nesil, hafızasında taşıdığı hayata dair bu zengin birikimi geleceğe taşımak anlamında -Gerede’ye ait kültür değerlerimizin dünden bugüne ana parçalarıdan olan- Semercilik unutulmaması için anlatmalı, yazmalı, nostaljik de olsa yaşatılması için formüller bulmalıdır. Kurulması gereken şehir müzesinde, mümtaz bir bölüm yine at, eşek semerlerine ayrılmalıdır. Aslına uygun olarak sergilenme imkânı yaratılmalıdır.
Bize başkalık kazandıran zengin değerlerimizin yaşatılması dileklerimle…